Yağmur

Yağmurun sözlük manası; Gökyüzünde su buharının yoğunlaşması ile oluşan ve yeryüzüne tabii su olarak düşen yağış, bereket ve rahmet.

Bereket de; bolluk, çokluk, feyiz, Cenab-ı Hakk’ın lütf-u ihsanı;  yağmur, uğurluluk, meymenet ve saadet anlamında…

Rahmet ise; merhamet etmek, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemektir.  mecazi manası ise yağmurdur.

İşte yağmur; Cenab-ı Allah’ın her şeyi içine almış,  kuşatmış, istila etmiş sonu olmayan  bir rahmetidir ki; mesela anaların yavrusuna şefkati işte bu rahmet deryasından bir katredir.

Mevla yüz parça rahmet yaratmış, bir tanesini yere indirmiştir ve bununla insanlar,  diğer canlılar birbirlerine merhamet  ederler, kuşların, vahşi hayvanların, diğer canlıların yavrularına acıması merhamet etmesi de bundandır.

Yaratanın dünyayı hayata elverişli bir hale getirmesi, yağmur yüklü bulutlardan rahmet yağdırması iledir, insanlar için hububat, sebze, meyve; hayvanlar için yonca  çayır diz boyu ipek gibi mütenevvi otlar meralar bitirmesi de O’nun  rahmetindendir.

Gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri dirilttiği yağmurla; daneler bitkiler, sarmaşlaşmış  bağlar ve bahçeler bitirir meydana çıkarır. Hiçbir gün ve gece yoktur ki yağmur yağmasın  mümkün değil, gökten iner Allah-u Teala onu istediği tarafa yöneltir.

Anadolu’da yağmurun ne demek olduğunu herkes bilir, yağmur yağmazsa eğer; kimi üzülür ne yapsın, arar bekler dua eder, yağmur ister. Çocuklar kalabalık onlar evde sokakta dışarıda konuşulanlardan yağmurun bir nimet rahmet  olduğunu anlamışlardır,  Yakın geçmişte her çocuk sokakta evinin önünde, kız çocukları evde avluda yaşıtları ile oynarlardı; bu sırada güneş çekilir hava kararırsa yağmuru gözlerler, damlalar düşmeye başlayınca heyecanlanırlar, sokaktakiler yerlere küllenir yuvarlanırlar,  ıslanıncaya kadar sevinç çığlıkları atarak oynarlar, evlere duyuyurlar sonra yağış hızlanınca bir kenara çekilir, ağız ağıza verirler; 

“Bahçede çamur, teknede hamur, ver Allah’ım yağmur, gani gani ver” diye çığrışırlardı. 

İlkbaharda nisan ayında yağmur yağdığında, evlerin damlarındaki oluklar işleyince, kimi elinde bir su kabı veya tencere ile oluklardan nisan suyu doldurur. Bunu şifa ilaç, bereket bilirler, içerler, saklarlar ve ikram ederlerdi.

Kuraklık olursa, yağmur yağmazsa  eğer, Allah çiftçinin, köylünün, şehirlinin yüzüne bakmazsa, bunlar bahçeyi tarlayı  nasıl sulayacak? Ektiği gözlediği beklediği kendisini borçtan dertten kurtaracağını umduğu harmanı hasılatı nasıl kaldıracak, neyi satacak ne ile alışveriş edecekler? Yağmur yetersiz yağarsa pancarın ne kadarı kurtulacak, buğdayın, arpanın, yulafın, çavdarın ne kadarı yetişecek, mera nasıl yeşerecek işte o belli olmaz. Oysa esnafın, tüccarın kazancı da toprakta, onlarda gökyüzüne bakıyorlar.

Yağmur hayatı filizlendirir ve toprağı canlandırır, ihya eder. Saf rahmete, yağmura dünyanın  her zaman ihtiyacı var. Tüccarın esnafın ziraatçının rençberin  tarlası bahçesi olanların ve toprağı bile olmayanlar dahil  herkesin yağmuru gözlemeleri, yağmazsa duaya çıkmaları boşuna değildir.

Yağmur vaktinde ve yeterince yağarsa, ekinlere kımıl süne, pancara kurt düşmezse, Allah çiftçiye, köylüye, rençbere bol mahsul verirse, işte o zaman onlar da çarşıya, pazara akın edecekler. mahsulü satacak, İhtiyaçlarını alacak, borçlarını ödeyecekler, ekonomiye önemli katkıda bulunacaklar.

Günümüzde  yeterli yağmur yağmadığında; medyanın pek üzüntüsü olmaz, bildiği gibi hava raporları yayınlamaya devam eder.  Onun yağmur gecikti diye bir derdi yoktur, sadece turizm sektörünü yerli yabancı turistleri bilir,  hafta sonu piknik yapacak kitleyi düşünür, cumartesi pazar günü hava açık  güneşli ise onu müjdeler.  

Bir kesim ise kuraklık olabileceğini anlamıştır, onlar toprakla uğraşıyor, tarla bahçe mera ile ilgileniyorlar. Tohum ektiler filizlenecek,  hayvan  besliyorlar hayvanlar sabah çıkıyorsa akşam doyup gelecek, ancak yağış eksik,  merada ot yetersiz ise bir endişedir başlar.  Tüccar esnaf  çarşıdakilerde ve barajlarına su dolması, her yere su vermesi lazım  belediyelerde topluca bir arayış içine girerler. Ne yapalım diye çare ararlar. 

Bari yağmur duasına çıkalım demeye başlarlar. üçü beşi gider ilgililere anlatırlar, toprak susuzluktan çatladı hayvanlar meradan aç dönüyor dua edelim yağmur isteyelim derler anlatırlar bir şeyler yapalım isterler.  nihayet bir yerde camide veya açık alanda dua etmeye karar verirler ve ilan ederler.

Herkes zaten takip etmektedir, haberleri olur,  neticede mesela cemaat açık alanda dua edecekse orada toplanır, önceden pilav hazırlanmıştır, herkese ikram ederler. sonra yakın çiftliğin koyunları meradan gelir bir tarafta muhafaza edilir.  Yağmur duası başlar, elleri yere doğru Allah (cc) a dua ediyorlar, aminlerin heyecanı arttığında, bu defa o çiftliğin  kuzuları da karşı tarafa getirilir,  koyun kuzu meleşirler.  Ana kuzusunu gördü, kuzuda anasını gördü ve buluşamıyorlar, meleşmenin dozu artar. cemaat hassastır gözleri  yaşarır dolar, hıçkırıklar ağlamalar  başlar derken  aminler değişir, yalvarış yakarış olur ve fatihadan önce veya sonra  yağmurdan bir nasipde alınır.

Şehirlerde yağmur duası daha kolay ilgililere haber verilir. ilan edilir. zaten ekseriya cumaya denk getirilir, cuma günü duymayanlar hutbeden öğrenir, cuma namazının farzından hemen sonra yağmur duası ediliverir. Hepsi bu.

Bilindiği gibi büyük şehirlerde barajlarda bulunan su miktarı hergün ölçülür tespit edilir. Vaktiyle 1994 yılında İstanbul’un barajlarında su seviyesi iyice düştüğünde ve şehirde su kesintileri sürüp gittiğinde, vatandaşların  yetkililerden ‘’Hiç olmazsa haftada bir gün su verin ona da razıyız ‘’  demeye başladıklarında; yeni gelen idare  ne yapsın duaya çıkar ve hala hatıralarda kalmakta olan heyecanlı bir yağmur duasından sonra; yaz ayında uzun süre  bir yağmur yağar, şehri yer yer su basar ve barajlara  bir günde elli milyon ton su geldiği  de ölçülür. bu neredeyse bir ay yetecek sudur, şehir rahatlar. Arkası da gelir sonunda barajlara bir buçuk yıllık su dolar. Kapaklarını açarlar dolu savaktan su boşaltmaya başlarlar.

Anadolu’da kuraklık hissedildiğinde geleneksel olarak tertiplenen bir yağmur duasını Tarık Buğra’nın ‘’Yağmur beklerken ‘’ isimli kitabından öğreniyoruz. Ezcümle:

1930’lu yıllarda iç Anadolu’da büyük bir ilçede kuraklık baş gösterir. Halk bari yağmur yağması için dua etsek derler, ileri gelenlere müftüye  hocaya giderler, nihayet cumartesi yağmur duasına çıkılmasına karar verirler. Ulucami imamı da cuma hutbesinde ertesi gün öğlende şehrin güneyinde İmarette yapılacak yağmur duasına cemaatı çağırır.

Cumadan çıkar çıkmaz ileri gelenler; işi bilenlerden  beş kişiyi görevlendirir, cemaata pilav verilecek dua edilecek.  Hemen iş bölümü yapılır, kazanların kap kacağın kepçelerin kaşıkların, erzakın kimlerden nasıl toplanacağı yazılır, etrafa haberler salınır.

Ertesi sabahta erkenden aşçılar aşçı yamakları ortalıkçılar dahil görevli herkes İmaretin avlusunda hazırdır. Ocaklar çatılılır, kazanlar ateşe vurulur, sofralar serilir, halk da akın akın gelir. Büyük küçük zengin fakir yan yana diz dize otururlar pilav yerler.

Müftü efendi yemekten sonra yağmur duasına başlar. Eller aminler için gökyüzüne açılıyor, aralanmış parmaklar toprağa doğru sarkıyor, birer musluk gibi yağmuru toprakla buluşturmak için bir rahmet, bir nimet, bir lütuf isteniyor.

Herkes hislenmiş, hüzünlenmiş, dolmuş, gözleri yaşarmış olduğu halde yapılan duaya edilen aminler coşar. Gittikçe daha gür, daha yürekten çıkan bu aminlerde sanki başka bir maneviyat sezilir.

Neden sonra ak sakallı yaşlı bir adamın ağlar gibi gülümsediği görülür, boğazında düğümlenen minnet ve şükran duygusuna şahit olunur ve çevredeki genç kavakların hışırdadığı işitilir gibi olur. Bir serin esintide duyulur ve bunun bir yağmur alameti olduğunu herkes anlar.

Yaşlı adam başını kaldırmış hep ağlamaklı, gülümseyiş ile yağmurun beklendiği İkiz Kaya tarafına bakar durur ve orada tepenin üstünden kül rengi morumsu bir bulut başını göstermiştir. Koca adam titrer, ileriden fark edilecek kadar bir titreme içindedir ve gözlerinden pıtır pıtır üç beş damla yaş dökülüverir, sanki bu yörenin yana yakıla beklediği rahmetin ilk damlaları gibidir. Bir karış toprağı olmayan bu adamın bu gözyaşlarının  belki tek başına bir rahmete vesile olacağı umulur.

Dua sürmekteyken bulut nazlı nazlı ama kocaman hevenkler halinde yuvarlana yuvarlana ovaya doğru gelmekte, yayılmakta, artık herkes de onu görmektedir. Hocanın sesi başkalaşmış, aminler yanıklaşmış çok değil bir iki dakika sonra damlalar da düşmeye başlamıştır.

Kül rengi morumsu bulut hızla yayılır, kısa sürede ovanın üstünü kaplar, ortalık kararır, yağmur taneleri seyrek ve iri, patır patır düşer. Hemen arkasından bahar aylarındakini andıran kuvvetli bir gök gürültüsü duyulur, ileriden sesler gümbür gümbür yankılanır. Ortalık iyice kararır, sanki akşam olmuştur, arkasından bir kıyamet kopar, bahar sağanaklarını andıran bir yağmur boşanıverir. 

Halk saçak altlarına kaçar,, camları ve saçakları döven yağmur ve derenin ötelerinde çakan şimşeklerle onların ardından gelen gök gürültüleri bütün bütün belirginleşir. Bir süre yağar, sonunda ne şimşek ne yıldırım kalmaz, ortalığı barut rengi aydınlık sarar, sonra açılır açılır, kül rengine döner, o da biter pembeler, maviler, sarışınlar belirir, çevredekilerin Allah’a  şükrü,  huzuru ve güveni  belirginleşir.

Artık her şey başkalaşmış selamlaşmalar bile düne göre, sabaha göre değişmiştir. Sanki onlar bu insanlar değildir. Canlanmışlardır ve sesleri cıvıldayarak çıkmaktadır. 

Sokak aralarında ayaklarını diz kapaklarına kadar sıvayıp akmaya başlayan yağmur suyunda çocuklar koşmakta, oluklardan yağmur suyu toplayan kızlar, kadınlar görülmektedir.

Bu Anadolunun ananevi yağmur duasından bir örnektir; Bir de yağmur duasının aslını esasını, asrı saadette yapılan yağmur dualarını öğrenmek için, muteber kitaplardaki bilgilere bakacak olursak;

Peygamber (s.a.v.) efendimizin yağmur duası:

Enes (r.a.) anlatıyor: Bir cuma günü, Resulullah (s.a.v) hutbe okurken minber tarafındaki kapıdan mescide bir adam girdi, Resulullah’a (s.a.v) yönelerek:

– “Ya Resulullah! Mallar mahvoldu! Toprak çatladı! Allah’a dua et de bize yağmur göndersin” dedi. Bunun üzerine peygamber efendimiz ellerini kaldırarak:

– “Allah’ım yağmur ver! Allah’ım yağmur ver! Allah’ım yağmur ver!” diye dua etti. Vallahi biz gökte buluttan bir eser görmüyorduk, şehrin üstüne çıktığımız için de yakın dağ ile aramızda ev vs. yoktu. Duadan sonra birden kalkan şeklinde bir bulut peydah oldu, tam göğün ortasına gelince dağılarak yağmur yağdırdı. Vallahi tam bir hafta güneşi göremedik. Ertesi Cuma yine Resulullah (s.a.v) hutbedeyken aynı kapıdan bir adam girerek Resulullah’a yöneldi ve: 

-“Ya Resulullah mallar mahvoldu! Yollar yarıldı! Allah’a dua et de yağmuru kessin” dedi. Resulullah (s.a.v) hemen  ellerini kaldırarak:

– “Allah’ım yağmuru zararsız hale getir, Onu dağlara, tepelere ve ormanlara yağdır” diye dua etti. Yağmur derhal kesildi, güneş altında yürüyerek mescidden çıktık.

Hz. Ömer’in (r.a.) yağmur duası:

Cübeyr (r.a.) anlatıyor: Ömer (r.a.) zamanında şiddetli bir kıtlık olmuştu. Bu sebeple Hz Ömer (r.a.) müslümanları toplayarak kıra çıkardı, onlara iki rekat namaz kıldırdı, cübbesini de ters giyerek ellerini açtı ve şöyle dua etti: 

-“Allah’ım senden af dileriz, senden yağmur isteriz”. Hz. Ömer (r.a.) daha yerinden ayrılmadan yağmur başladı, müslümanlar bu vaziyetteyken bir grup bedevi gelerek Hz Ömer’e:

– “Ey müminlerin emiri! Biz bu gün şu vaziyette falan saatte vadimizde oturuyorduk, birden bire bir bulut peydah oldu, biz o buluttan, ‘’ Ebu Hafs sana yardım geldi!’’ diye bir ses duyduk dediler.

Enes’in duasıyla yağmur yağması:

Sümame anlatıyor: Enes’e (r.a.) yazın tarlalarını ekip biçen kahyası gelerek kuraklıktan şikayet etti, bunun üzerine Enes (r.a.) su isteyerek abdest aldı ve namaz kıldı, sonra da: 

-“Bir şey görüyor musun?” diye sordu, bunun üzerine kahya: 

-“Hiçbir şey görmüyorum” dedi. Enes (r.a.) tekrar içeri girerek namaz kıldı, sonra üçüncü ve dördüncü defa dışarı çıkarak: 

-“Bak!” dedi. Nihayet Kahya:  

-“Kuş kanadı gibi bulutlar görüyorum” dedi. Enes (r.a.) tekrar namaz kılıp dua etmeye başladı, kahya içeri girerek: ” Hava karardı ve yağmur da yağdı” dedi. Enes (r.a.): 

-“Öyleyse ata bin, yağmurun nerelere yağdığına bak” dedi. Kahya ata bindi gitti, bir de ne görsün! Yağmur Müseyyerlilerin saraylarını Ve Gadban köşkünü geçmemiş.

Bir sahabenin yağmur duası:

Muhammed bin Süveyd anlatıyor: Vaktiye Medine’de kıtlık, uzun süren bir kuraklık olmuştu, millet rahmet duası yapıyordu. Bu sırada iki eski elbiseye bürünmüş salih fakat kimsenin katında bir kıymeti olmayan bir adam geldi,  acele iki rekat namaz kıldı. Akabinde ellerini kaldırarak: 

-“Ya Rabbi Vallahi rahmetini yağdırmadan elimi indirmem!” dedi. Hemen gökyüzü bulutlandı, bardaktan boşanırcasına rahmet yağmaya başladı, hatta halk bu sefer sel felaketinden endişe etmeye başladı.  Bunun üzerine adam: 

-“Ya Rabbi,  artık yağmuru kes” dedi, ve rahmet dindi. 

Bunun farkına varan salih bir zat, adamı izleyerek evini öğrendi, sabah erkenden adamın kapısını çaldı, adam:

-’’ Ne var. ‘’ Diye sordu O zat

-’’Sen davet ettin, ben de geldim,’’ dedi Adam:

-’’Böyle bir şey yok. ne istiyorsan onu söyle,’’ deyince, o zat:

-“Bu mertebeye nasıl eriştin, dün dua ettin hemen yağmur yağdı; onu öğrenmek istiyorum.” dedi, Adam:

-’’Allah’ın emrini yerine getirdim, yasaklarından kaçındım. O da dileğimi kabul etti” diye cevap verdi.(İhya 3. Cilt 609. sayfa)

Beni İsrail’in yağmur duası:

Musa (a.s.) İsrailoğulları’nın yedi yıllık kuraklığından sonra yetmiş bin kişiyle yağmur duasına çıkar. Allah’u Teala  Musa’(a.s.)a “Günahları kalplerini karartan ve mekrimden emin olarak samimiyetsiz, yakinsiz bir şekilde bana dua edenlerin dualarını nasıl kabul ederim, sen Kara Berh’i bul gönder de, o dua etsin ki; duasını kabul edeyim.” buyurur.  Musa (a.s.) Berh’i araştırır, tanıyan ve bilen olmadığı için bulamaz.

Nihayet bir gün esmer bir adama rastlar, secde ettiği alnındaki toprak izinden bellidir, O’nu marifet nuru ile bilip adını sorar, o da:

– ‘’Berh’’ deyince: Musa (a.s.) :

– “Şu kadar zamandan beri seni arıyoruz, bizim için yağmur duasına çıkıver” der. O da hemen emre uyarak dağa çıkar, dua eder; duasında der ki:

– “Allah’ım bu sana yakışmaz. Senin hilmin bunu gerektirmez. Sana ne oldu? Suların mı azaldı, yoksa esen yeller emrine itaat mi etmiyor, yoksa sermayen bitti mi,  yoksa günahkarlara fazla  mı kızdın? sen gaffar değil misin?  günahkarları yaratmadan önce rahmeti yaratmadın mı? bizlere merhamet ve şefkati sen emretmedin mi? yoksa imtina ettiğini mi bize gösteriyorsun?  yoksa kayboluruz korkusu ile bizi bir an önce cezalandırmak mı istiyorsun? Nedir bu!”

Der demez yağan rahmet damlaları ile İsrailoğulları ıslanmaya başlar, yarım günde ortalık yeşerir, otlar, bitkiler, yeşillikler boy verir. Berh duasından döner  Musa (a.s.)  onu karşılar ve O’na Berh:: 

-“Nasıl! Rabbimle olan mücadelemi ve Rabbimin bana olan insafını gördün mü?” deyince  Musa (a.s.) bu sözlerine karşı onu cezalandırmak ister, bunun üzerine Allah’u Teala:

– “O’nu bırak, zira o günde üç defa bizi güldürür” diye vahyeder.( İhya 4.cilt 611. sayfa)

Ramuz El Ehadis de bildirildiğine göre:

Vaktiyle bir peygamber  Allahu Teala’ dan yağmur isteyen halkla beraber duaya çıktı. bir de gördü ki: Bir karınca ayaklarını göğe kaldırmış dua ediyor. halka: ‘’Haydi dönünüz, bu karıncadan dolayı duanız kabul edildi.’’ dedi. Cemaatı döndürdü.

İbrahim bin  Edhem’  Hükümdar oğlu idi,  tacı tahtı terk etti, alnının teri ile kazanç sağladı , kimseye yük olmadı.  Hak’la meşgul olarak ‘’Sıddıkı zaman’’ oldu. Menkibeleri çoktur.:

 Vaktiyle bulunduğu yerde  bir kuraklık oldu, Halk yağmur duasına çıkıyorlar, O’nuda çağırdılar, ‘’Beraber çıkalım, yağmur için dua edelim.’’ dediler de; muhakkak erenlerin bildiği bir şey vardır: Onlara Katılmadı.‘’ Siz kulluğunuzu yapın. mevla yağmurunuzu gönderir.’’ dedi.  Bir başka çözüm gösterdi  

Allah (cc.) Nasıl karıncaya, çocuklara, yavrulara, kurda, kuşa  acizlikleri sebebiyle nasiplerini tam istedikleri gibi rızık olarak onlara gönderiyorsa; ihtiyarların yaşlıların rızıklarını da bereket suretiyle veriyor. Bulundukları yere eve haneye ihtiyarlar sebebiyle  bereketi oralara bol bol  ulaştırıyor  çevresi de istifade ediyor. 

Bu yağmur  rahmet diye isimlendirilmiş ki;  O’nun rahmeti  insana mintarafillah tattırılır.  O’ bir topluluğa yağmuru rahmetinden, kıtlığı ise gazabından verir.  ‘’Kulları eğer layıkı ile O’na itaat etseler; gece rahmet yağdırır, gündüz güneşin sıcaklığını, gök gürültüsünü duyurmaz. Dahası Allah(cc.)ın hudutlarından bir haddi yerine getiren yerlere mükafatı büyük olur;  Beldelere kırk gece bereketli yağmur yağdırmasından hayırlıdır.’’ diye bilgi bulunmaktadır.

Bütün Bunları bilmese bile günümüzde  iyi dürüst kiminle konuşulsa; yağmuru rahmeti bereketi seziyor kavrıyor anlıyorlar. Bu elbette inancımızdan,  yani bozulmadan  bize ulaşan kurallardan, ilkelerden ve  İslamın tortularından…  işte bunlar, bu değer yargıları, bugünde yine  toplumların kurtarıcısı.

Rahmet yağmurlarından bir diğeri  Kırkikindi yağmurlarıdır.  Bahar yağmurları de diye isimlendirilir. Nisan yağmurlarından sonra  bir lütuf olarak günlerce iner,  tabiat çevre için bolluk berekettir, uzun süre ara ara  aheste yağdığı için çok faydalıdır.

Bu tür yağmur mayıs ayı sonlarında başlar kırk gün kadar sürer. ikindi akşam saatlerinde görülür baharın son yağmurudur. Büyük bir nimet kabul edilir. . Çevrenin dört başı mamur yeşermesinin,  meyvelerin olgunlaşmasının gelişmesinin sebebidir. İkindi yağmurları hem yaz mevsimi başında, hem de kış mevsimi başında görülebilir. Kış başında bu defa güz mevsiminin uzantısı olarak iner yağar, bunlar çevreyi kış uykusuna hazırlarlar. 

Kışın başında yağan İkindi yağmurları kısa süreli, ani bastıran sağanak şeklinde olduğundan,  ekseriya  birkaç saatı aşmaz. Bilhassa güzün ekilen tohumların filizlenmesi,  ekinin kışı sağlıklı geçirebilmesi için son derece önemlidir. bu tür yağmurların bir  diğer özelliği hafif yağmurlardan olmasıdır.  çevreye zarar vermez hasar yapmaz sadece ıslatır. Anında ıslatmak da  olduğundan ‘’Ahmak ıslatan’’ olarakta bilinir.

Birde ‘’Çoban ağlatan’’ deyimi vardır ki;  ağılda analarını bekleyen kuzular, sürü meradan geldiğinde analarını kokusundan bulur tanır ve memesine yapışırlar da, ancak eğer yağmurda gelmişlerse, bu defa ıslanan koyunun kokusu değiştiğinden  yavrular analarını bulmakta güçlük çekerler, ne yapsınlar kuzusu anası her biri meleşir, meleşmeler sürer gider,  iş çobana kalır; yavruları analarının önüne yanına atar,  birbirlerini buluşturmaya çalışır, bu arada kendi de adam kılığından çıkar. Ağladığı da olur. 

Bilmiyorum belki ikindi yağmuru idi;  Sakarya’da biz ona rastladık. 1980’li yılların birinde   galiba; Ramazan ayı temmuz  başlarına geliyor diye telaş edip üzülüyoruz. Hani yazın gündüzler uzun geceler kısa… Ancak içeride dışarıda boğucu sıcak, nem,  rutubet ve susuzluk herkesi olumsuz etkiliyor geçmiş yıllarda yaz aylarında oruç tutarken yaşadıklarımız aklımıza geliyor da düşünüp duruyorduk. 

 Bu sefer öyle olmadı. Ramazanı bir başka yaşadık… Temmuz ayı serin geçti, ayın başından sonuna kadar bulutların gölgesinde ara ara kısa süreli yağan yağmurların serinliğinde oruc tuttuk, camiler doldu, cami bahçesinde çiçekleri açan  ıhlamur ağaçlarının  altında teravihler kıldık ve ramazanın gündüzünde gecesinde şehrin bunaltıcı sıcağının farkında olmadık.

Yurdumuzun en çok yağış alan bölgesi Rize ve çevresi de,  Sakaryada önemli yağış alan yerlerden sayılıyor.  mevsiminde bir yağmur başlarsa ne zaman kesileceği de belli olmuyor, geceleri yağmur birikintilerindeki  kurbağaların hep bir ağızdan çıkardıkları neşeli sesleri sabaha kadar  sürüp  gidiyor.

Adapazarında anlatılır. Buralara bağ bahçe işlerinde çalışmak için mevsiminde Doğu’dan trenle işçiler gelir de  hava durumu müsait olursa hepsine iş vardır. Köyde kırda bağda bahçede çalışırlar. mevsim bitince dönerler. Vaktiyle bir işçi kafilesi bu defa yağmurlu bir günde istasyona inerler, aralarında yeni  gelen bir genç de vardır. Eh bekleyecekler, yarın kesilir derlerde; ‘’ha bugün ha yarın kesilecek iş çok işe gideceğiz.’’ diye umarlarda günler geçer işçiler beklerler. 

Derken genç kendisinin Askerlik Şubesinden arandığını öğrenir, zaten bilmektedir. Bari askere gideyim der, döner gelir memleketine şubeye teslim olur askere gider.  Eğitimden sonra çavuş kursuna ayırırlar çavuş olur talimgaha verirler.  Acemiler geliyor çavuşlar üslerinin gözetiminde eğitim yaptıracaklar,  erlerin ilk amiri onlar. Gelenlerle ilgileniyor bilgi ediniyorlar, acemilerin adını öğrenim durumunu mesleğini memleketini soruyorlar.  Bizim çavuşta bölüğüne ayrılan acemilere soruyor, onlardan birisine nerelisin deyince; asker  ‘’Adapazarlıyım’’ demesin mi? aklına yağmur gelir ve düşünmeden günlerce yağan o  yağmuru sormaktan kendini alamaz:

– Geçen sene bu vakitler Adapazarına çalışmak için gitmiştim,  yağmur göz açtırmadı,  bir iş de yapamadık.   O yağmur daha devam ediyor mu?  diye  sorar.  Ne cevap verildi biz onu bilmiyoruz..

Ha; yağmurun zarar vereni de olur. Aslında yağmur basit bir olay değildir. en önemli etkisi yeryüzünde su dengesini sağlamakdır. yeraltı sularını beslemektir. sağlığa elverişli suyun temel kaynaklarındandır. Ancak yağmurdan afet felakette oluşabilir. Peygamber efendimiz yağmur yağdığını gördüklerinde hemen; ‘’Allahım, bunu faydalı yağmur kıl.’’ diye dua ederlerdi. 

Aşırı yağışlar hayatı olumsuz etkiler, seller ve sellerden meydana gelen su baskınlarından  çevre zarar görür, mal can kaybına sebebiyet verir. tarım alanları su altında kalır, dere yataklarında bulunan  evi damı yapıları sel basar, yollar bozulur köprüler  yıkılır. Hasar hesaplanacak olursa felaketin  büyüklüğü anlaşılır. 

Ani Yağışların sebep olduğu felaketlerle her yıl binlerce insan hayatını kaybetmektedir. Özellikle muson ikliminin hakim olduğu yerlerde yağışlardan büyük felaketler  meydana gelmekte, binlerce kişi hayatından olmaktadır.

Üstadın Yağmurla ilgili şiiri, belki daha başka şeyleri de anlatmaktadır.

Bu yağmur

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,

Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.

Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,

Aynalar yüzümü tanımaz olur.

 

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,

Tenimde acısız yatan bir bıçak

Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik

Dayandıkça çisil çisil yağacak.

 

Necip Fazıl Kısakürek

Yağmur;  ilhamdır  ikramdır,  ümittir  korkudur,  afettir azaptır; çoğu zaman, nereden gönderildiği belli hediyedir nimettir  lütuftur.  

Göklerde ve yerde, gece ile gündüzün birbiri arkasına gelmesinde, insanların yararlanması için denizlerde süzülüp giden gemilerde,  gökyüzünden  indirilip onunla kuruyan toprağın diriltildiği  yağmurda… Nice  ibret ve deliller vardır. 

Gökyüzü ve kainat sınırı görülmeyecek kadar geniş ve yıldızların sayısı bilinmeyecek kadar çoktur. Ancak Allah cc.Hakikatte sınırlı olan kainatı ve belirli olan yıldız sayısını bilir. O uzaklık ve yakınlıktan münezzehtir.

Birde rahmet yağmuru var. Allah’ın cc ve Resulünün anıldığı yerlere rahmet yağar. Oralar camiler mescitler  manevi sohbetlerin yapıldığı yerlerdir. Bu yerlere melekler iner ve buraları  ilahi rahmet kuşatır. Şeytanlar da hemen orayı terk ederler.  Kalpten kalbe  maneviyat akışı gerçekleşir,  gönüllere hayat verir. manevi kirleri bulanık fikirleri tasfiye eder  temizler. Buralarda Rabbimizin rahmeti rızası vardır. ( Kenzü’l – İrfan. Muhammed Esat Erbilî ) 

İmamı Gazali: ‘’ Allahu Teala hazretleri rahmeti umumi indirir de müsait olanlar istifade  eder . durumu müsait olmayanlar kabını ters koymuşlardır, rahmetten faydalanamazlar.’’ der,

Bize çocukluğumuzda hep bunlar anlatılırdı; camide mescitte namaz kılanların üzerine rahmet yağar  derlerdi . Bir hadisi şerifte de var : 

‘’Rahmet mescit ehline indiği zaman imamla başlar, sonra sağ tarafa geçer, sonrada diğer saflara yönelir.’’ (Ramuz 64- 17)

Rahmetin önce imamın üzerine ve arkasında  bulunan kişiye, onun sağındaki solundakine  sonra bu minval üzere arkadaki saflara erişir, oradakiler nasip alır diye söylerlerdi. Osmanlıda bu hususu bilenlerin kalıcı hastalıkları olan kimseleri saflar arasına alıp tedavi ettiğini de ilave ederlerdi. 

Cami mescit manavi sohbet yerleri bize ne kadar yakın. hemen bizim oraları gündemimize almamız oralara devam etmemiz lazım. İşte o zaman rahmeti bereketi daha iyi tanırız, ne büyük nimet  olduğunu da biliriz.

Bugün müslümanların düşünceleri ekseriya maddedir ve dünyalıklardır. Her şeyi madde ile çözmeye çalıştıklarından, sırtlarını Cenab-ı Hak’ka  değilde, dünyalıklara dayadıklarından dolayı sıkıntıdan bir türlü kurtulamazlar. Allah’a cc.  kulluk yerine dünyalık temini için koşar dururlar bir fasit daire içindedirler yorulurlar kendilerine kalıcı faydası olacak bir şey elde edemezler. Manevi yağmurlardan rahmetten bereketten de haberleri olmaz.  

Yakın geçmişte; ‘’Ümmeti Muhammet’’ rahmetin, besmelenin, ezanın, abdestin, namazın, maneviyatın şuurunda olamadığından ve Resulullah’ın yolundan gitmeyi bıraktığından; Hindistanda,  Pakistanda, Kafkasyada, İspanyada, Cezayirde, Türkiyede şurada burada zayıf düşmüşler, rüzgarları kesilmiş hucuma maruz kalmışlar, horlanmışlar, ezilmişler, nerdeyse kendileri için bir çare de düşünemez hale gelmişlerdir. 

Velhasıl herkes  Allah’ın rızasına rahmetine muhtaçtır. Eğer bizim gönül darlığımız gitmiyorsa, şuursuzluktan ihmalden kaynaklandığını artık  anlayıverelim..

Önce kendimizi sorumlu tutalım,  bundan sonra  her şeyde Allah’ın rızasını arayalım, isteyelim.  O’nun rızası olmadan yapılan her şeyin boş olduğunu da bilelim,.

Çevremizde ilim adamları eksik değil, cami mescit sohbet yerleri bize çok yakın. Bir yerden başlayalım, rahmet inen yerleri gündemimize alalım, sabah akşam gün içinde oralara uğrayalım, kendimize kalıcı hisseler edinelim. Gidilecek yere elimiz boş gitmeyelim.

Bakarsınız belki bize hesab etmediğimiz yerlerden sağlık şifa yardim destek gelebilir, kendimizi bir nezih çevre içinde  bulabiliriz,  gönlümüz genişler derinleşir enginleşir, bedenimiz rahatlar sükun bulur,  kötü huylar gider, iyilik şefkat yardım vs gibi olumlu haller ediniriz  Mutmain, müsterih, eminlerden  oluruz.  

İhlas ve samimiyetle yapılan  küçük bir şeyle bile Allah’ın rızası kazanılabilir . .  

Unutmayalım…