Teyakkuz
Teyakkuz; sözlükte uyanık olma, göz açıklığı olarak tanımlanıyor. gözleri açık tutmak, uyanık olmak, dikkat etmek manasında kullanılıyor.
Mevlana Divan-ı Kebir’de:
Ey insanoğlu! Kendindeki gizli hazineyi araştır. Kendini bul. Bul ama dikkatli ol, kendini çaldırma.
Bu hak yolunda açıkgöz bir hırsız pusu kurmuş seni bekliyor. Bu hırsıza dikkat et, kendini çaldırma.
mısrası ile belki Teyakkuz tavsiye ediyor.
Dünya zamanla sınırlı da, zaman rüzgar gibi gelip geçiyor, su gibi akıp gidiyor. Hepimize her gün yeni bir 24 saat veriliyor ve işte bu verilen çok değerli olan ömür sermayesidir. Hayatta olan herkes bunu alıyorda kıymetini biliyor mu?
Hayatın duru durağı yoksa sonunda bir hesap varsa, vakit kıymetlidir de, işte görüyoruz kıymeti bilinmiyor. Öyleyse dikkat edelim, boş durmayalım, hayır yapalım, hayırda acele edelim, yarına bırakmayalım. Şeytan tuzak kurmuş tehir ettirir, sonra unutturur. Dikkat edelimde bu uyanık olmakla, teyakkuzla mümkün.
Dikkat etmek, vakti değerlendirmek ve teyakkuz, kişinin hayat kalitesini, zamanı kullanma durumunu belirler. Önemli olan budur. Aslında hepimizin temel sorunu galiba vakit bulamamak değil, vakti israf ederek harcamaktır.
Zamanı iyi kullananların özelliği hassasiyet titizlik ve bilgili olmalarıdır, vaktinin kıymetini bilmeleridir. Ancak günümüzde çoğunluk vaktin nasıl geçtiğini, zamanın nasıl heba edildiğini bilmez, farkında bile değildir. Çünkü hayat zamanı boşuna işgal eden, harcatan oyun eğlencelerle, gereksiz bir sürü işle uğraş ile doludur.
Televizyon, cep telefonu, sosyal alanlarda boşuna geçirilen saatler, uzayan konuşmalar, gündemin uzun kısa toplantıları, kararsızlık ve gaflet onları meşgul eder durur. Onların bunlarla ilgilendikten sonra vakit bulup olumlu bir iş yapmaları mümkün değildir..
Zamanı iyi kullananlar şuurlu olanlardır. Hayatı iyi tanıyanlar, hayatın tuzaklarını görebilenler ve oralara yaklaşmayanlardır. Bu husus ihmal edilmeye gelmez, her nefes alırken ve verirken bile şuurlu olmak gerektiği tavsiye edilir, çünkü şeytan pusudadır, zamanı kollar, eğer gaflet halinde bulur yakalarsa yapacağı şaşırtmaktır, onu yapar.
O insana düşmandır. Düşmanlıkta tecrübelidir ve uzmanlaşmıştır. Şeytanın çizgisi yoktur, yalanı vardır, aldatmak için arada doğru da söyleyebilir, her şeyi kötüye kullanır, süsler güzel gösterir aldatmaya çalışır.
Damarlarda dolaşır, vesvese verir, kaleyi kuşatır. Dışarıda ordusu vardır, içeride de kendi adamları vardır. İnsanı gaflete düşürdü mü? Hiç bakmaz acımaz insafı yoktur aldatır geçer. Öldürmek bir yana mahveder. Dünya ahiret bedbahtlığına, ebedi hüsrana götürür.
Aslında Şeytanın aldatacak gücü yoktur, bütün gücünü bizim ihmalimizden alır, hileside zayıftır, kötü niyeti hemen ortaya çıkıverir, ondan kurtulmak için bir şuurlu besmele çekilirse işi biter, duramaz barınamaz kaçar. Öyleyse biz hayırda olalım hayır yapalımn. Bir işi bitirince başka iyi bir işe başlayalım, gaflette olmayalım ve arada besmele çekelim.
Önemli olan bir husus Zuhruf suresindeki şeytanla ilgili iki ayet; mealen:
‘’Her kim o Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse ona bir şeytan musallat ederiz. Artık bu onun için bir arkadaştır ve şüphe yok ki bunlar onları doğru yoldan çevirirler; onlarda zannederler ki kendileri hidayete erdirilmişlerdir.( 36 37) ’’
Şeytanın insan ve cinlerden olan taifesi, kendini yandaş edinenleri, Allahın emirlerini yerine getirmeye değil, O’nun yasaklarına yöneltir, günah işlemeye teşvik ederler, Şeytan Kendi dostu bile olsa insanların hepsine amansız düşmandır, daima zarar vermeye devam eder.
O takip eder durmaz usanmaz kimi gaflet içine bulursa eğer; şeytan kendi yandaşları, kendi düzeni, kendi hileleri ile kötü şeylerle meşgul etmeye çalışır, onunla uğraşır, ne eder eder, onu bağlar, kıl iple bağlar, çırpınır kurtulamaz, çözemez. Biz öyleyse onun vesvesesini oyununu hissettiğinizde gülüp geçmeyelim, ciddi olalım, tedbirimizi artıralım, bir daha aldanmamaya bakalım, şeytana fırsat vermeyelim.
Bir bakıma Sosyal medya dahi onun çok kullandığı araçtır. Orada herkes gibi onun dostlarıda boy gösterirler. Orası kullanıcısının kendi ürettiklerini yayınladığı, paylaştığı bir alan ve . pek çok iyi niyetli kötü niyetli kişiler ve kurumlar tarafından aktif olarak kullanılır. Kullanıcılar yazılarını, haberlerini, düşüncelerini, olayları, fotoğrafları, görüşleri buradan meraklılarına ulaştırırlar. Buraya medyadan teyakkuzla takiple ilgili birazda insaflı bir ürünü örnek olarak alıyoruz:
Ekranda bir entelektüel, belki benim tanımadığım bir sanatçı, şık beyaz spor bir ceket giymiş yakası açık, gülümseyerek konuşuyor:
‘’Sosyal medyadan yakından tanıdığım bir arkadaşıma;
- kaç takipçin var? Diye sordum.
- Çok. Dedi ve büyük rakamlardan bahsetti.
Sonra nabzımı yoklamak için “senin de çoktur” dedi, gözlerimin içine baktı.
- Yok. Dedim. Benim sizin kadar takipçim yok, topu topu birkaç tane diyerek, merakını gidermek için de saymaya başladım:
- Birinci ve en büyük takipçim Allah cc. Her zaman her yerde takip eder beni. Ondan gizli kalmak hiç mümkün değildir.
- Sonra ikinci takipçim kiramen katibin’dir, sağ ve solumuzdaki yazıcı melekler. İyiyi kötüyü, hayır ve şerri ne yapsan anında kayda geçerler.
- Üçüncü takipçim şeytandır ve o takipçilerin en tehlikelisidir. Hayırla da hiç işi olmaz. Yalan yanlış eğri doğru her şeyle vesvese verir.
- Dördüncü takipçim nefsimdir. Tıpkı boynu bükük, masum yüzlü fakat şımarık bir çocuk gibidir, aç gözlüdür, doymak bilmez.
- Beşinci takipçim rızkımdır. Şimdiye kadar onun bir vefasızlığını görmedim.
- Altıncı takipçim imtihan için olduğunu bildiğim musibet ve sıkıntılarımdır. Çoğu zaman beni şöyle bir okşar geçerler de bazen ziyareti uzayan bir misafir gibi oturdukları yerden bir türlü kalkmak bilmezler.
- Yedinci takipçim her zaman yanımda taşıdığım, hissettiğim ölümdür. Onun hep bir başka bahanesi vardır, trafik kazası, iş kazası, kalp sektesi, nefes darlığı, doğal afet, yaşlılık, savaş onun en çok kullandığı bahanelerdir. Ben onu unutsamda o beni unutmaz, ense kökümde dolaşır durur.
- Bütün takipçilerim galiba bu kadar da aslında bir tane daha var. O da beni dostlarım mezara bırakıp gittiklerinde, onunla yalnız kalacağım salih amellerdir. Benim gerçek dostum işte budur. Çünkü kabirde bile benimle kalacak olan onlardır.’’
Sosyal medyada birbirini yakından tanıyan iki arkadaşın konuştukları bunlar, ikisinin de takipçileri var. Birisi kendisini pek çok kişi takip ediyor biliyor, diğeri bilerek bilmeyerek takipçiyi başka anlamış, birkaç takipçim var diyor ve onları sayıyor. Takipçilerin her birini iyisini kötüsünü kısaca anlatıyor, hepsinin işinde uzman olduğunu , hiçbir şeyi kaçırmadıklarını ifade ediyor.
Medya kullananların, medya takipçilerinin yaptıklarını yapmak, seçmeden ayırmadan paylaştıkları yazılarıyla ilgilenmek, anlamlı anlamsız resimlere şekillere bakmak, lüzumsuz kitaplar okumak, gafillerle arkadaşlık etmek tabii olarak vakti boşa geçirmektir. Neticesinde bütün bunlar insanı gerçeklerden habersiz bırakmak, inancı ile kendisi arasında tehlikeli bir çukur kazmaktan başka birşey değildir.
Sosyal medyada yayınlananların; takip edenlerde, kullananlarda; duygusal refah, fiziksel sağlık ve hayatın birçok alanlarında stres, duygusal tükenmişlik, sağlık problemleri gibi birçok soruna sebep olduğu bilinmektedir.
İnananlar bir bakıma dikkatli olan, kalbini güzelliklere açan, kendini kötülüklere sımsıkı kapatan kişidir. Kalbi selim sahibidir. Selim kalp yaratıcısına canı gönülden teslim olanın kalbidir. Bu kalpte maddi hiçbir kaygı, tasa yoktur. Yalnızca Allah’a güvenir, sorumsuzluk bencillik bilmez, başkalarını kendisine tercih eder, başkaları için yardımcıdır, onlara çare bulmaya çalışır, onda şiddet ve husumet değil şefkat ve merhamet vardır.
Ancak Kalp veya gönül; iman ve küfrün, sevgi ve nefretin, iyilik ve kötülüğün, bütün duyguların kaynağıdır. İşte bu bakımdan müminlere bir tavsiye vardır ve teyakkuz önerilmektedir; ‘’Dikkat edin kalbiniz gönlünüz iyi olursa bütün vücut iyi olur, onlar bozulursa bütün vücut bozulur; onun için iyinin ve zararlının, hayrın ve hayırsızın, faydalı ve faydasız düşüncelerin kaynağı olan kalpten güzellikler gibi kötülüklerde yansıyabilir. Aman uyanık olun İyiliklere güzelliklere gönlünüzü açın, kötülüklere yanaşmayın yaklaşmayın.’’ deniliyor.
İnancımızın emir ve yasakları insanın ruhi bedeni sağlığı içindir, onları öğrenmek ve uygulamak en akıllı iştir uğraştır. İlkeli olmak, olayları iyi anlamak, bilgilenmek hiç tereddüde yer bırakmamak lazım. Mesela devri saadette peygamber efendimizin çevresinde olanlar, O’nu dinlediler izlediler; dikkatli oldular, emirlerine uydular, men ettiklerinden hemen sakınmaya çalıştılar.
Riyazüs Salihindeki bir hadisi şerif şerhinde; evvelki milletlerden bazılarının çok sual sormak, münakaşa etmek yüzünden helak olduklarına dair bir kıssa nakledilerek; İman gereği bir şeyden men edilirseniz, ondan sakınmak,ve size emredilenleri elinizden geldiği kadar yapmaya çalışmak tavsiye edilmekte; çok sual sormanın ve münakaşa etmenin mahzurlu olduğu bildirilmektedir.
Konu ile ilgili Kur’anda bir sureye adını vermiş olan kıssa meali ise şöyle:
Bir adam kendisi birini öldürdüğü halde Hz. Musa’ya gelerek öldürülmüş birini gördüğünü söyleyerek katilin bulunmasını istemişti. Hz. Musa da Allah’ın emri üzerine bir inek kesileceğini, kesilen ineğin bir uzvu ile öldürülen kişiye vurulacağını, onun da dirilip katili haber vereceğini söylemiş, bir inek kesilmesini istemiştir. Fakat onlar kesme emrini yerine getirmeyip, ineğin özelliği hakkında soru sormaya başlarlar.
– Bizi alaya mı alıyorsun? Dediler. Hazreti Musa da;
- Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırız. Dedi. Onlar;
- Ey Musa rabbine yalvar, O’na sor. O ineğin nasıl olduğunu bize açıklasın. dediler, Hz. Musa da;
- O ne yaşlı ne de körpe, onun arasında dinç bir sığırdır. Artık emredildiğiniz şeyi yapın. Dedi. Onlar tekrar;
- Rabbine tekrar yalvar da onun renginin ne olduğunu bize açıklasın. Dediler. Hz. Musa da;
- Onun rengi bakanlara ferahlık veren sapsarı bir inektir. Dedi. Onlar yine sordular;
- Bizim için rabbine dua et de onun mahiyetini bize tekrar açıklasın. Çünkü bu inek bize karışık geldi. Ne emredildiyse bilelim. Dediler. Hz. Musa da;
- Rabbim buyuruyor ki, o henüz toprağı sürmek ve ekin sulamak için boyunduruk görmemiş, hiç alacası olmayan, serbest dolaşan, salma, kusursuz bir inektir. Dedi. Onlar da;
- Şimdi gerçeği getirdin deyip hemen o ineği aradilar bulup boğazladılar da neredeyse bunu yapamayacaklardı.
Kesilen inekten bir parça öldürülen kimseye vuruldu, adam dirildi kalktı, katilin adını söyledi.
Hadisi Şerifin şerhindeki bilgilere göre; işin başında hemen herhangi bir ineği kesiverselerdi maksat hasıl olacaktı, ancak Hz Musa’nın çevresindekiler ayrıntıları sordular, her sualin cevabını aldılar. Konu detaylandı, rengini, şeklini, mahiyetini vs öğrendiler. Onu aramaya çıktılar, yalnız bir yerde bulabildiler. Sahibi de şartlı olarak ‘’Derisi dolusu altına’’ satmaya razı oldu, çaresiz o kadar altını topladılar, sahibine verdiler satın aldılar ve kestiler. Neredeyse kesemeyeceklerdi;
Cüneyd-i Bağdadi’ye “Arif kimdir?” Diye sordular. “Sözü ve gözü kendisini esir etmemiş kişidir” dedi.Halbuki bunlar soru sormayı tercih ettiler, kendilerini esir ettiler ve bu oyalama taktiği kendilerinin zararına oldu.
Hayatın hiçbir noktası islamda ihmal edilmez. İslam hayatın her noktası her ve safhası ile ilgilenir. Dünya ahiret dengesini kurar. Bugün dünyanın en büyük ilim müesseseleri gönül aleminin aslını bilmezler. Onlar sorumlu oldukları şeyleri ihmal ederler, başka şeylerle uğraşırlar.
Riyazüs Salihindeki başka bir Hadis-i Şerifte önemli bir hususa dikkat edilmesi anlatılır; Bakara suresindeki son 3 ayetin ilkinde:
“Kalplerinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah onun hesabını sorar da; dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. “ anlamlı ayet nazil olunca müslümanlar akılarını devreye soktular, bu emir kur’an’ ayetidir, tam eksiksiz bir hükümdür. Hükmü Allah’tan daha güzel olan kimse yok ki diyemediler, onlara ağır geldi ve efendimizden sordular;
- Namaz, cihat, oruç ve sadaka gibi gücümüz yeten amellerle sorumlu olduğumuzu biliyorduk. Şimdi hatıra gelen şeylerden de sorumlu olacağımızı belirten ayet nazil oldu. Buna gücümüz yetmiyor.” Deyiverdiler.
Efendimiz onlara:
- Sizden evvel ehli kitap olan gelip geçen kimselerin dedikleri gibi şimdi siz “işittik lakin, söz dinlemeyeceğiz mi?” Demek istiyorsunuz. Öyle demeyin. Siz “işittik ve itaat ettik, bizi bağışla deyin.” Dedi.
Sahabeler “işittik, itaat ettik, bizi bağışla” demeye başladıktan ve alıştıktan sonra bir ayet geldi:
“Allah bir kimseye gücü yetmeyeceği bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendisine, yaptığı fenalık kendisinedir. Ey Rabbimiz;
Unutursak yahut yanılırsak bizi sorumlu tutma,
Bizden evvel gelenlere yüklediğin ağır yükü bize yükleme,
Gücümüz yetmeyecek şeylerden bizi sorumlu tutma,
Bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et”
Anlamlı ayet gelince rahatladılar.
Konunun izahında; kesin emir ihtiva eden ayetlerin insan fıtratına uygun, tam eksiksiz bir hüküm olarak indiğinden, aklı devreye sokarak ‘’biz acaba yapamayız mı?’’ demenin mümkün olmadığı bildirilmiş, arkasından bu ayette ayrıca sahabelere yapılması faydalı dualar bir ikram olarak tavsiye edilerek, kabul edileceği açıklanmıştır.
Bir başka olayda Peygamberimiz sol eliyle yemek yiyen bir adama; ‘’Sağ elle yemek yemesini ‘’tavsiye ettiğinde;. Adam ‘’yapamıyorum.’’ deyince, yapamaz oldu, oysa nice olması mümkün olmayanlar; efendimizin duası ile gerçekleştiği biliniyordu. Halbuki adam aklını devreye sokmayıp eğer sağ eli ile yemeği deneseydi, belki yiyebilirdi. Manevi konularda güç ve kuvvet sahibi olanlar bilinmeli, akıl her zaman devreye sokulmamalıdır.
Mesela Uhud’da Saad bin Ebi Vakkas yüzlerce ok attı. Baktı ki sadece üç veya beş oku kalmış, ‘’oklarım bitiyor’’ demedi, Sonra arkadan ok istedi ok verdiler, ok istedi ok verdiler, ok atmaya devam etti. o gün daha yüzlerce ok attı.
Yine Çanakkale’de düşmanın ölüm kusan toplarından biri kendi tabyasına isabet etmesi ile cephanelikleri havaya uçan ve on üç arkadaşı şehit olan Koca Seyyid; arkadaşlarının bu şekilde şehid edilmesini içine sindiremedi.
Birşeyler yapması gerektiğini anladı, aklını devreden çıkardı, “Anasının ona öğrettiği duaları okudu”, kendinde bir güç, kuvvet hissetti, top mermisinin yanına koştu. 276 kg ağırlığındaki mermiyi kaldırmayı denedi, sonunda başardı. Boğazdan o anda düşmanın bir büyük zırhlısı geçiyordu. Ne yaptı yaptı mermiyi namluya sürdü, patlattı. İsabet ettiremedi. Aynı olayı tekrarladı, üçüncüde zırhlı isabet aldı. Düşmanın en büyük harb gemisi kendisi etrafında dönmeye başladı. Deniz ortasında tam bir panik yaşandı ve battı denize gömüldü.
Bize kendimizi ve gönlümüzü korumak, sakınmak tavsiye ediliyor da, Allah’tan hakkı ile sakınmak ancak; itaat edip isyan etmemek, hatırda tutup unutmamak, şükredip nankörlük etmemekle mümkündür. Dünya işlerinin aslı esası da sünnete uymakla olur. Ne az, ne çok, sünnet neyse aynen uymaya gayret edilmelidir.
Birde arifler var, her şeyi iyi biliyorlarda onları arayıp bulmak lazım. Arifler Allah’ın himayesindedirler. Ona dayanır güvenir, tevekkül ederler. Sadece O’nun yardımını isterler. Yol gösterirler. Onlar insanların karşılaştıkları tehlikeleri, afetleri iyi bilenlerdir. Afetleri bilirler, olayları anlarlar, cahillikle yapılanları, yoldan alı koyanları, gaflette olanları, şeytanların hilelerini bilirler.
Ariflerin tavsiyeleri vardır, kısa yolları kesin doğruları önerirler: Mesela ‘’Dünyadan ihtiyaç duyduğunuz ne varsa eğer onu hemen kazanmak isterseniz; önce onu terk edin. Çünkü onu terk ederseniz dünya onu size mükafat olarak hemen verir.’’ derler.
Arifler; dünya nimetlerini istemezler de yine hepsine istemedikleri halde nimetler mintarafillah verilir. Onlar ‘’ ihtiyacınız olan şeyleri almakta acele etmeyin, telaşlanmayın. Rızkınız sizi zaten arar bulur. Dikkat edeceğiniz şey, helal rızık edinmek, haramdan sakınmaktır.’ diye yol gösterirler.’’ ‘’Siz kendinize şerefli bir kapının açılmasını veya bir gayeye ulaşmanızı isterseniz işte onun çaresi elinizden gelen gayreti göstermektir.’’ dierler, doğru olanı işaret ederler.
Arifler öğretmek uyarmak isterler, ‘’Sizde öğretin uyarın, kiminle karşılaşırsanız ona yumuşaklıkla yaklaşın, mülayemetle ve rıfk ile acele etmeden onlara öğretin, yollarını açın, hizmet edin, ikram edin. Eğer size muvafakat eden, öğrenmek isteyen, söz dinleyen birini bulursanız ona yapışın, onlarla arkadaş olun.’’ diyorlar.
Büyüklerle birlikte bulunduğunuz zaman da; ‘’ Kalbinize sahip olun. huzurlarınızda bulunduğunuz müddetçe nafile ibadetlerle meşgul olmayın, onlar konuşurken konuşmayın. Onlar size bir şey sormadıkça, bir şey söylemeyin. Sözlerini dinleyin dikkat edin fazladan bir şeyi yapmayın. İnsanlarla güzel ahlak ile geçinin. İyilik yaparak, kötülükten sakınarak onlara örnek olmaya çalışın.’’ diye tembih ediyorlar.
Arifler sakınmayı da önerirler. ‘’Günahtan sakınmaya dikkat ediniz. Zira sakınmak korunmak her hayrı içine alır. Cihat etmeye bakın, çünkü o inananların ruhbanlığıdır. Allah’ı her vakit hatırda tutmaya ve Kuran’ı okumaya devam edin. Zira o sizin için nurdur. Semada ise sizin anılmanızdır. Dilinizi de hayırdan başka şeylerden koruyun. Ancak böyle yaparsanız şeytana galip gelebilirsiniz.’’ diye bilgi veriyorlar.
Arifler herşeyi düşünürler, olayların önünü sonunu hesab ederler, hemen konuyu kavrar, tedbirli olurlar. Vaktiyle bir padişah; ariflerden birini dervişleri ile birlikte iftara davet eder, iftar sofrasına geçildiğinde padişahın ikram ettiklerini değilde yanında getirdiği yufka ve katı pekmezi yemeğe koyulunca, bunu gören padişah Efendim ‘’ Bu iftarın masrafını biz karşılıyoruz, devlet malı değildir.’’ derse de, Hazret; ‘’ Sultanım talebelerimize sözümüzün geçmesi için , bunlara söylediğimizi yaşamamız için bu gerekiyor.’’ diyerek getirdikleri ile iftar eder.
Ve tavsiye edilen ‘’Mekarimi ahlak’’ on şeydir. Sözü doğru olarak anlamak, harpte sadakat göstermek, fukarayı ve isteyeni boş çevirmemek, iyiliği karşılıksız bırakmamak, emaneti muhafaza etmek, sıla-i rahim yapmak, kendisini komşuya karşı borçlu bilmek, yol arkadaşına kendisini tercih etmek, misafir ağırlamak ve hepsinin başı utanmak haya etmektir.
Utanın haya edin; haya kişinin mahremiyet sınırlarını bilmesini sağlayan ve onu hayra yönelten fıtri bir duygudur. Haya duygusu imanlı gönülleri sevgi saygı ve güvenle doldurur. Aşırılıkların önüne geçer. Huzurlu bir toplum oluşturur. Haya; vicdan rahmet ve utanma duygusunu içinde barındırır. Haya insanın özünde var olan duyguları; Mevlâ’nın belirlediği ilkeler doğrultusunda iyiye yönlendirmesi dir.
Allah’tan utanmak, haya etmek imandandır. Kim haya etmeye devam ederse Allah’ın sevgisine erişir. Allah’a inananlar, İşiten gören ve herşeyden haberdar olanlar bilirler ki; yanınızda kimse olmasa da siz yalnız değilsiniz, her an O’nunlasınız. İşte bu daima onun huzurunda bulunma şuuru, sizin kendi kontrol sisteminizin gelişmesine yardımcı olur. Müminler haramdan uzak durmak ve iffetli olmak şartıyla kendilerine mal, can ve bedenin emanet verildiğini bilirler ve bunlardan hesaba çekileceğini unutmazlar.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus; ‘’Sadık bir kul Allah’a yıllarca teveccüh etse sonra bir lahza yüz çevirse kaybı çok büyük olur.’’ gerçeğidir. İmanlının bir lahza yüz çevirmesi mümkün değilde, şeytanın hilesi çoktur, Bilhassa ölüm esnasında aldatmaya çalışır. Siz siz olun kalbinizin, gönlünüzün kapısında bekçilik edin, bekleyip durun dikkat edin. Güzel halinizi muhafazaya özen gösterin.
İnsan bu dünyada iyi, hayırlı ve faydalı işler yapmak, doğru ve güzel davranışlarda bulunmak için vardır. Kötü, yanlış, çirkin ve zararlı şeylerden kaçınmak ve bunlara engel olmak da insanın en temel görevidir. İmanın ve bütün ibadetlerin bize kazandırmak istediği bir diğer hasletin adı iyiliktir
İyilik gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen yaptıklarımız; kötülük ise insanlar doğru saysalar bile gönlümüzü huzursuz eden, içimize şüphe bırakan yapıp ettiklerimizdir. İyilik yaratılışın temel gayesidir. İnsanı yaratan, nimetlerle buluşturan, koruyan, bağışlayan ve rahmetiyle kuşatan Rabbimiz hangimizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.
Yaşadığımız hayat bir iyilik yolculuğudur. İyilik insanı insan kılan değerlerin tamamıdır. İyi bir kul, iyi bir evlat, iyi birer anne baba, iyi bir komşu, iyi bir dost olmak en büyük saadettir. İyilik bir iman davetidir. Kimi zaman güzel bir ahlak, erdem ve fazilettir. Kimi zaman da hayır, hasenat, sadaka ve zekattır. İyilik bazen bir tebessüm, bir kucaklama, tatlı bir söz ve bir güler yüzdür. İyilik, iyilerle birlikte iyiliği yayma çabasıdır ve iyilik İmanın ibadetin en yüksek makamlarındandır.
İslamın kemali iyilik ve ihsanladır. Namaz oruç hac zekat ise onlar yapmak zorunda olduğumuz ibadetlerdir. Ancak bu ibadetler usulüne uygun olarak, dikkat ve özenle yapılırsa eğer o dahi ihsandır. İslamın kemalidir.
Bir kimsenin sağlıklı ve mukim halinde devamlı yaptığı iyilikleri olsa; hastalık veya yolculuk kendisini bu iyiliklerden alıkoyarsa; o kimseye sağlıklı ve mukim iken yapmakta olduklarının sevabı da yazılır. Ne kadar iyilik hizmet ibadet yapılırsa o kadar iyidir de; ancak gücü yettiği kadarı ile iktifa edilmesi tavsiye edilmektedir. Belki biz yorulur usanır devam edemeyiz . Önemli olan kişinin devamlı yapacağı kadar yapmasıdır.
Hayırlarda öyle; farzların dışında yapılmak istenilenler yapılmalı; hayır yapmak itiyat edinilmelidir. Devamlı yapılan hayırlarda bereket vardır, candan gönülden yapılan hayırlar yükte olmazlar. Büyük sevapların kazanılmasına sebep olurlar.
Hayırla ilgili olarak; ahiret gününde bazı ilginç durumların olabileceği de bildirilmektedir. Günahkar olarak kabre konulan kimselerden; kendisi adına hayır yapılan, sadakayı cariyesi olanların; ahiret günü kabrinden günahsız kalkmasının mümkün olabileceği bildirilmektedir.
Onların salih evladı vardır dua etmiştir, onun adına cami mescit yapılmıştır, anasını babasını seven çocuğu onların adına hayır yapmıştır. yaptıkları hayırlara hasenata onları ortak etmiştir. Bu bakımdan bizde hayırlı işler yapmaya hırslı olalım, geçmişlerinizi hatırladıkça onlara hayır dua edelim .
Bizde Namus ve iffetin ne kadar kıymetli ve övünmeye değer bir sıfat olduğunu bilmeyen yoktur, herkes bilir. Aile anlayışımızda iffetin namusun kuralları inancımız hükümleri ile tayin edilmiştir. Aile efradından kimin mahrem kimin namahrem olduğu, örtünmenin aslı esası başta olmak üzere her şey teferruatı ile öğrenilmesi; İnananların bunlara riayet etmeleri, sınırları aşmamaları istenmektedir.
Aile reisi babadır sorumlu olan odur, erkeklerin kadınlara göre sadece bir derece üstünlüğü vardır. Evdekiler babanın emirlerine itaat ederler. Ailede herkes bir bütünün parçasıdır, birbirlerini tamamlarlar. bir arada sevgi ve şefkat, rahat ve huzur içinde yaşarlar, geçinir giderler.
Aile de yuva önemlidir, babalar çocuklarını dikkate itinaya alıştırır, bilhassa delikanlılık döneminde onları takipde ihtimam gerekir, onlara zamanında temel bilgiler verilmeli, namaz oruç sevdirilmeli, olumsuz huy kapmaları, kötü şeylerle ilgilenmeleri o değilden çok yönlü izlenmelidir.
Aile huzurun mekanıdır, herkes orada kendi işleri ile meşgul olurlar, karşılıklı sevgi ve cazibenin devamı için gerekenler yapılır, ihmal edilmez. Aile yuvası hepsinin dünya ahiret saadeti içindir; huzuru kaçıracak durumlara hallere izin verilmez,. Herkes hakkın verdiğine razı olur şükrederler.
Bir ev halkına eğer rıfk nezaket verildi ise mutlaka ödüllendirilmiştir, kendilerine yumuşaklık güzel ahlak verilen aile fertleri bunlardan faydalanmış erdemli kimseler olmuşlardır. Bu tür rıfk ve nezaketten mahrum edilen ailede ise kargaşa vardır; onlar, mutsuz umutsuz huzursuzdurlar,
Ailede iyi niyetli olanlar; kendileriyle ülfet edilir kişilerdir. Onlar çevresinin ufak tefek arıza ve kusurları görmezler, ayıp hata aramaya kalkmazlar, cemiyet ve ailesi içinde hoşuna gidecek nice meziyetleri bulurlar. Kimsenin hoş olmayan hallerini aramazlar, görürlerse o hallerin ıslahına çalışırlar.
Bizim aile kurallarımız sağlamdır. Yakın geçmişte Cenap Şahabettin ‘’Evrakı Eyyam’’ mecmuasında yayınlanan bir makalede, çoğu insaflı yabancılar gibi müslüman aile konusunda: ‘’ İslamın sağlam aile yapısına şahit olan’’ Fransa’nın en büyük kadın şairi olarak vasıflandırılan Madam Delaro Mardirüs’ün; fikirlerine yer vermiştir:
‘’Kadınlarınıza söyleyiniz; saadetlerinin kadrini bilsinler: Örtülü yaşama mecburiyetleri onları öyle ızdıraplardan korur ki, ah! Şu benim omuzumda hıçkırarak ağlamış sevgililerimin adedini bilseler… Kulaklarıma öyle feci yürek parçalayan kadın şikayetleri tevdi olunmuştur ki; balo tiyatro gibi yerlere kocaları ile giden kadınların kalbinin nasıl elemle dolduğu, karısını kıskanan erkek yahut kocasını seven kadın için oraların nasıl bir azap yeri, bir cehennem olduğunu bana sorun… Anlıyor musunuz, bütün bunları karılarınıza kız kardeşlerinize anlatınız.’’
Bir bakıma Fransız kadınının cemiyet içinde ne kadar zor durumda kaldığını anlatıyor. İslamın kurallarına hak veriyor. zaten kaynağından inancımızı bilen okuyan, inceleyen, ilgilenenler biliyor; fakat maalesef müslüman bugün imanının izzetini artık yaşayamıyor, evlatlarını koruyamıyor, telafisi için yapılması gerekenler yapılamıyor, yapılacak olanlarda engelleniyor. Halbuki bu sahada daha fazla çalışma yapılması gerekmekte olduğu halde, yapılanlar bir seviyede ve imkanlar nispetindedir.
Günümüzde “Ben inancımı yaşıyorum, Allah’ı seviyorum, Kitabımı peygamberimi biliyorum” diyenlere gelince, onların önce kendisine bakması gerekiyor. Eğer seviyorum diyor sevmiyorsa; kuralları göz ardı ediyor, uygulamıyorsa; elifi bilmiyorsa, Kur’an’ı okumuyorsa; ilmihalini merak etmiyorsa, namaz kılarken, Kur’an okurken, farkında olmadığı kusuru, hatası, günahları varsa, artık onun bilgilenmesi, kendini ıslah etmesi gerekir.
Şunu iyice bilmemiz lazımdır ki; aleyhimizde olan her şey kendimizin bir yanlışından kaynaklanmaktadır, biz ne ekersek onu biçiyoruz, bunu unutmamamız lazım. Bir kimse yapacağını düşünerek yapar, kendisini dengeler durursa, teyakkuzda olursa menfaatı olur, öfkesini tutarsa Allah ondan azabını men eder. Bir kimse Rabbine özür beyan ederse Allah onun özrünü kabul eder. Bir kimse dilini tutarsa Allah onun ayıbını örter.
Herkes bildiği kadar yapacaklarını bir önem sırasına koymuş, onları yapıyor ve ancak onlarla kazanç sevap umuyor. Halbuki yapacakları içinden ibadet itaat olmayanlara sevap verilmiyor, onlar sadece kendini zora sokuyorlar.
Herkesin noktayı nazarı başka; İşleri de düşüncesi paralelinde; dünyada bir çok imtihanla karşılaşacak, vücuduna ihtimam edecek, kendisine bakacak, ölüm yaşayanlar için ibrettir, arada ölümü hatırlatacak da bütün bunları hesaba katmamış düşünüp öğüt almamış yolunu düzeltmemiş. şimdi ne olacak.
Dünya sahipsiz değil ki; Mevla azgınlık yapanlardan ve onun yardımcılarından intikam alır. Kötülükleri sebebiyle onları bu dünyada mahveder, mahkum eder, uzaklaştırır. Allah’a hamdolsun ki geçmişte zulmeden topluluğun kökü kazınmıştır.
Azabı hak eden kimselerin bu geçici dünya hayatında nimetleri, imkanları servetleri olanlar sizi imrendirmesin diye emir var. Onların elde ettikleri haramsa haramın azabı vardır. Meşru olmayan şeylerin mahiyeti, akıbeti, aslı bilinse mesuliyetli olduğu pek aşikar olarak anlaşılır. Mesela zenginlik saltanat mal mülk para ile ise, bunların dostu çoktur, sahip olanların da düşmanı çoktur. Onların dünya saltanatı şehirlerde gezip dolaşmaları geçicidir, Ahirette ise müminlerin nail olacakları nimetlere göre onların kazançlarının hiçbir kıymeti ehemmiyeti yoktur.
İnançlarını bir oyun, bir eğlence edinen, kendilerini dünya hayatı aldatanlar ve uyanamayanlar, yardım görmüyorlar, ancak bir şekilde onlara zaman zaman öğüt veriliyor, imtihan ediliyor yola gelsinler isteniyor, dönmeleri bekleniyor da; eğer öğüt almazlarsa, sonunda ecelleri geliyor. herşeyi alınıyor. kefenlenip namazını kılınıp yerine gömüyorlar.
Ölüm ile herkes ister istemez berzaha gelip teslim olacak, Yapıp ettiği, düşünmeden söylediği, bakıp gördüğü, kulak verdiği, gönlünden geçirdiği ne varsa; hepsinin sorumluluğu ahirette onu bulacak, bir ömür boyu bütün yaptıkları gözünü kapattığında, dünyasını değiştirdiğinde herkesi karşılayacak.
Günah işleyenler vebal yüklenenlerin ahirette hiçbir çareleri yok, kazandıkları yüzünden helak için beklerler. Onlara bir yardımcı, bir şefaatçi olmaz, yaptıklarına kendi dilleri gözleri kulakları elleri de şahit olur. İşledikleri bildikleri unuttukları hatalar, kusurlar ayrıntıları ile birlikte içinde bulunan kitapları ahiret günü onları yayınlanmış olarak karşılar.
Günahkârın durumu bu. Hayatta onların tövbe imkanı vardı, eğer onlar tövbe etselerdi daha değişik olabilirdi.Tövbenin hakiki manası Allah’a dönmektir. Dili ile tövbe yalancıların tövbesidir. Tövbenin fiilen yapılması gerekmektedir. Pişman olacak, kötü halini ıslah edecek, iyiye çevirecek… Tövbe laf değil iştir, tövbenin ihmal edilmemesi gerekmektedir.
Teyakkuzda önemli bir unsur duadır. Dua ne kadar büyük bir imkan , hem ne kadar kolay. Allah “dua edin” buyurmaktadır ve herkese dua kapısı sonuna kadar açıktır. Dua kaderi ve takdiri değiştirir, ömrü artırır, iyi şeylere hayırlı işlere dua edelim, yardım isteyelim. Allah istediğimizi verir, daha fazlasını verir. Ağzı dualı olalım, ihlasla samimiyetle dua edelim, iyi bilelim, dua ibadettendir.
Vakit daralıyor… İşte fırsat henüz elimizde; önce tövbede acele edelim sonra dikkatli tedbirli olalım ve inşallah iman ibadet itaat hayır hasenat yapmaya çalışalım; bunların hepsi tam bize göre ilaçtır. Hemen hayatımıza bir çeki düzen verelim, bizi yaratan Rabbimizin; kudret eserlerine bakalım, bize sayısız nimetler vereni iyi tanıyalım, O’nu daima hatırımızda tutalım, O’ndan haya edelim utanalım sevelim, unutmayalım.
Allah kimseye gücünün üstünde bir teklifte bulunmaz, En güvenli sığınak Cenab-ı Hakk’ın eşsiz kudretidir. İlim ve hikmeti, yardım ve inayetidir. O’na güvenmek, O’ndan yardım istemek mümin için hayat ışığıdır O’na inançla ümitle dayanalım., Dua edelim, niyazda bulunalım, tövbe edelim, istiğfar edelim, şükredelim, Allah’a sığınalım.
Dünyada ahirette en mühim olan Allah’ın rızasını kazanmaktır bilelim. Vaktimizi değerlendirelim; dikkat edelim, uyanık olalım, olabildiği kadar teyakkuz halinde bulunalım. Eğer bize bunlar zor geliyorsa artık nefsimizden şeytandandır, nifaktan küfürdendir. Onları saf dışı etmenin çaresi vardır. çaresini arayalım. Biz daima bir ümit içinde olalım.
İnşallah kulluğumuzu doğru dürüst yapalım diye bir düşüncemiz bir korkumuz da olsun.
Galiba kulluğun iliği özü budur.