İçtenlik
İçtenlik sözlükte; candan yürekten olma, içten davranış, samimiyet manasınadır.
Hani evde toplumda muaşerette; canım gözüm, ciğerim, deniliyorsa, Sevgide merhamette “eyvah ciğerlerim” diye sevgiye derinlik katılıyorsa bu bir nevi içtenliktir.
Birisi önce göğüs geçirip sonra “Ey kudretine kurban olduğum Allahım” deyip aklına gelen önem verdiği bir gerçeği ifade ediyor; “Yazın günü uzatıyorsun işler bitsin diye, kışında gününü kısaltıyorsun yeygi yetsin diye” diyorsa, bu da içtenliktir.
Ancak edebiyat tarihine geçmiş meşhur bir hikaye de içtenliği güzelce anlatıyor. Bu Tabakat-ı Sufiyye sohbetlerinden aldığımız “Şeyhi San’an kıssası”dır. Eski kitaplarda geçer:
“Yemen tarafında âlim bir kişi nasılsa bir Hristiyan kıza aşık olur, evlenme teklif eder, kız ben müslümanla evlenemem, ancak dinini değiştir, İsevi ol, o zaman evlenirim der, Ağır şartlar ileri sürer.
En sonunda Şeyh ne yapsa iyi, kıza uyar şartını kabul eder, onunla evlenir. Ancak talebeleri her gün onun evinin köşkünün altına gelir toplanırlar, ağlaşırlar onun için dua eder, yalvarırlar hocalarının peşini bırakmazlar, ağlamaları yalvarmaları sürer gider.
Kadın dayanamaz; “Efendi bunlar kimlerdir, niye geliyorlar, böyle senden ne istiyorlar.” der. Adam “Bunların kendi talebeleri olduğunu, toplanıp geldiklerini, kendisi için yalvardıklarını ve hocalarını bırakmadıklarını” söyleyince; onların vefasını anlayıverir, bağlılıklarını takdir eder, düşünür:
“Ne kadar güzel, ilgiyi alakayı kesmiyor koparmıyorlar.” Der, çok etkilenir insafa gelir Allah da gönlünü yumuşatır, müslüman olur. Kocasıyla beraber doğru yola gelirler.”
Hoca da Talebe de bilir ki; Kim hangi kavmin yaptığını severse, onlara katılırsa kıyamet günü onların zümresiyle haşrolunur. Onların hesabı ile hesaba çekilir. Bunlar da hocalarının durumunu kabul edemez, kendilerine dönmesini candan gönülden isterler, ağlarlar, dua ederler, yalvarırlar ve netice alırlar. Bilirler ki; bir dua içten gönülden yapıldığında onun zaten açamadığı kapı yoktur.
Kişinin kalbi gönlü ibadetle hayat bulur, kulluk yapmak ibadet etmek kalbi gönlü canlandırır, bedeni diri tutar, gönlü canlı olanlar neşe içindedirler. Neticede ruh beden maneviyatla şekillenir. Bütün bunlardan maksat; en yüksek duygularla Allah’a kulluk etmektir; işte bu inanan için sağlam bir altyapıdır. Gönül de yürek de ancak bununla tatmin olur,
Gönül illaki gezer dolaşır her şey ile ilgilenir meşgul olur; bir şeye takılır, peşinden gider, bağlanır, kıymetsiz şeylerin etrafında dönüp durduğu olur. Kurallara hakkıyla bağlanamayan kişilerin gönlü; şek şüphe içindedir, bunlar imanda itikatta ahlak da zaafa düşerler, ibadetlerinde kusur ederler, sağlam bir yere tam olarak bağlanamaz, bir türlü rahat edemezler. Onlar kalbin gönlün her şeyden etkilendiğinden habersizdir. İç dünyasını, huzuru, tatmini, beş duyudan gelen hislere etkenlere dikkat edilmesini, kontrol edilmesini bilmezler.
İnsanın kendisini kontrol etmesine muhasebe denilmektedir. Kulu Allah’a en hızlı yaklaştıran muhasebedir. Sabah olsun akşam olsun, kim kendi kendine düşünür, yaptıklarını gözden geçirir, iyisini kötüsünü hesap eder, mizanını muhasebesini yaparsa, neticesinde doğruyu eğriyi görebilir. Olumsuz etkenler bağlantılar için tedbir alır, doğru olanları tahkim etmeye çalışır, gayret eder.
Kim doğru olursa, doğruyu hakikati ısrarla ararsa, içtenlikle candan gönülden istikamet bulmaya çalışırsa ona yardım edilir, belli olmaz zaman içinde kendisi nice iyi hallerle hallenir, ona nice güzel kapılar açılıverir. Doğruyu samimiyetle aramak gerekir.
Doğruluk çok büyük bir nimettir. Kutlu kıymetli değerli mukaddes bir haldir. Eğer birisi bu işi doğruluğu güzelce yapıyorsa, sözü yerli yerinde söylüyorsa, o kişi doğruyu hal edinmiştir, kim doğruluğu hal edinebilmiş ise ona pek çok hayır verilmiştir.
Herkes doğru olamaz, doğruluğu aramaz araştırmaz, ancak arayanlar da vardır. Vaktiyle doğruyu arayan Thomas Irving adında bir Kanadalı diplomat, Asya’da uzun süre görev yapar, bulundukları yerlerle ilgilenir , araştırır, tanımaya çalışır, Sonra dinlerini inançlarını ideolojileri iyice inceler, tanıyıp anladıktan düşünür kararını verir, müslüman olur, birçok kitap da yazar, ezcümle söylediği şu:
“Ben Batı medeniyetinde yetiştim. Hristiyanların ibadetlerini biliyorum. Güney doğu Asya’da Vietnam’da Laos’ta Tayland’da bulundum, Budistlerin brahmanların ibadetlerini izledim, mabetlerini gezdim, yetkilileriyle görüştüm, İslam’ı da tanıdım.” der.
“İslam’da öteki dinlerle mukayesesi mümkün olmayan muhteşem ibadetler olduğunu, müslümanların ibadetlerinde aklın mantığın hayran olduğu anlamlı güzellikler gördüğünü, bunları itiraf etmek zorunda kaldığını,” söyler.
“Şahidi olduğu emsali olmayan İslam’ın ibadetlerindeki üstünlükler dolayısıyle İslamı seçtiğini, dinini değiştirdiğini müslüman olduğunu.” İfade eder.
Demek ki çalışmak doğruyu gerçeği aramak gerekiyor. Bu bakımdan kalbimizi gönlümüzü ahlakımızı korumak için; düşüncelerimize fikirlerimize dikkat etmek, uygun olmayanları ıslah etmek lazım. Bunların aslı esası bilinirse, usulüne adabına uygun olarak gereği yapılırsa, iyilerin halleriyle hallenmek mümkün olabilir.
Eller yüzler temizlenir yıkanır, tırnak kesilir, saç tıraş edilir bunlar güzel de; manevi hallenme arınma nasıl olacak, kalbin gönlün temizlenmesi kolay bir şey değil. Hani ne düşünüyoruz, aklımızdan ne geçiriyoruz, ne ile meşgul oluyor, nelere kızıyor, içimizde neler kuruyoruz, neler olsun istiyoruz. Ancak gönlümüzden geçenleri devamlı takip ederek, kurallara uyup uymadığını teşhis ederek, olumsuzları ıslah etmek düzeltmek bir manevi hallenme arınma ile mümkündür.
Gönüle kötü şeylerin girmemesi için: Önce göze sahip olmak, kötü şeylere bakmamak, kötü yayınları okumamak, salih kimselerle, iyi arkadaşlarla oturup kalkmak, halkın ayıbına bakmamak görmemek lazımdır; gönüle gelen duyguların saf halis olmasına, isteklerin emellerin meşru sınırlar içinde kalmasına dikkat etmek gerekmektedir.
Manevi arınma açısından, dilin lisanın temizliği önemlidir, söylerken düşünmek önce neyi konuşacağını tespit etmek sonra konuşmak, önemli şeyleri bir hazırlık yapmadan, ölçüp tartmadan konuşmamak esastır. Dahası düşüncenin ıslahı bakımından. olur olmaz şeyleri düşünmeyi bir kenara bırakıp nefsin şeytanın telkin etmeye çalıştığı kötülükleri def etmek gerekmektedir.
Ebu Turab Nahşebi: “İbadetlerin içinde; kalbin gönlün hatıralarını ıslah etmekten daha faydalı bir kulluk yoktur.” der, bunun nasıl olabileceğini de ifade eder; “Tefekkür ibadettir. Sükût ibadettir gönüle nazar etmek ve işe yaramayanlar varsa onları gönülden çıkarmak ibadettir. Kin hırs varsa, hemen kolları sıvamak oradan onların temizlenmesi lazımdır.” der.
Zaten bunlar yapılırsa gönüller kirlenmeyecek temiz kalacaktır. Günahlar kusurlar hatalar gönlü kirletiyor da: Muteber kitaplarda gönüllerin temizlenmesi paklanması ile ilgili tafsilatlı bilgilerde bulunmaktadır. Kısaca bu manevi temizlenmenin; erbabının gözetiminde, onların önerdiği kurallara dikkatle uyularak yapılacak bir temizlik ve arınma ile olabileceği, kalbin gönlün; bu şekilde titiz bir iç temizlik arınma ile ıslah edilebileceği belirtilmektedir.
Asr-ı Saadet’ten kalbi gönlü arınmış bir sahabe ile ilgili bize ulaşan bilgilere göre, Peygamberimiz bir defasında sahabeleriyle otururken; “Bekleyin, bu meclise biraz sonra bir cennetlik gelecek.” buyurur ve nihayet sahabeden ismi çok tanınmayan birisi gelir, bakarlar abdest almış suları damlaya damlaya yanlarına gelir oturur.
Efendimiz bu sözü üst üste üç gün söyleyip, her defasında aynı sahabe gelince bu sahabenin durumu; genç sahabelerden Abdullah bin Ömer’in dikkatini çeker. “Efendimiz üç defa biraz sonra bu meclise bir cennetlik gelecek dedi ve üç defasında bu adam geldi.” diyerek, onun bu mertebeye nasıl erdiğini merak eder, hani sebebi nedir diye anlamak ister, yanında bir müddet kalmayı düşünür, evine gider bir mazereti bildirir, kendisini misafir etmesini talep eder, kabul edilir.
Geceleyin evinde kalır, uyku uyumaz ne yaptığını nasıl ibadet ettiğini, nasıl dua etmekte olduğunu, cenneti nasıl kazandığını anlamak için birkaç üç gün adamın evinde misafir kalır. Bilgisinin dışında yeni hiçbir ibadet itaat dua vs. tespit edemez, gece uyuyor, teheccüte kalkmıyor, uyurken sağa sola dönerek zikrediyor, tekbir getiriyor. sabah namazına kalkıyor, abdestini alıyor, mescide gidiyor, Bunlar kendilerinin de yaptığı normal şeyler.
Artık anladı, ayrılıp giderken hani efendimiz cennetlik dedi ya kendisine; “Bu mertebeye yükselmenin sebebi nedir.” diye sormak zorunda kalır; adam “Bilmiyorum” der, sonra uzaklaşırken onu çağırır; “Dur aklıma birşey geldi, belki kimsenin kötülüğünü istemediğim, herkese karşı iyi duyguları beslediğim, kimseye kin nefret duymadığımdandır.” der. Misafiri de hemen anlayıverir; “Onun kalbinin gönlünün arınmış olduğuna.” kanaat getirir. Allahü âlem kalbinde gönlünde hiçbir kötü niyet kin nefret hased gibi şeyler olmadığından, duygularının safiyetinden cennetlik olduğunu anlar.
Gönül aleminin ucu bucağı yoktur, gönül ufuklar kadar geniştir, devasa kapasitesi vardır.. Hani insan gözünü kapattığında aklına neler neler, ne iyi kötü şeyler gelir de, bu devasa gönlün temiz olması pak olması güzel olması icab eder. Gönüller kalpler kanaatkar olabilirse, hiçbir şeye tamah etmezse, tok gözlü olursa, kimsenin menfaatine göz dikmezse, hiç kimse ile olumsuz meselesi olmazsa pak olur, tertemiz kalabilir. Malın mülkün, kinin nefretin, hasedin, oyunun eğlencenin, ağırlığı olmayan şeylerin esiri olmaz.
Mevlana Celaleddini Rumi “Ey yiğit! Gönül bağlarını kopar. Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın. Ey oğulcuğum! Ey yiğit kopar şu bağlarını, hür ol.” der.
Hayatını zengin olarak hür olarak yaşamak isteyen kimse ne yapsın yapsın, gönlüne tamahı koymasın. Manevi zenginlikle kanaatla gönlünü doldursun. Asıl zenginlik mal çokluğunda değil, gönül zenginliğinde ve gönül tokluğundadır. erbabından bize ulaşan bilgilere göre; kimin azmi ve meramı ahiret olursa, Allah onun meşgalesini derler toplar, ihtiyacını da ortadan kaldırır, zenginliğini de kalbine koyuverir, artık o zengin yatar zengin kalkar.
Gönlümüzdeki duygularımızın çoğu; sevgi hırs hased istek emel arzu ihtiras vs ise; hedefimiz ve gayelerimizde bunlardır. Bunlar ise maalesef heva ve hevestir. Heva ve heves, mevki makam, para pul, ev ve bark ise bunların meşru olanının hesabı, meşru olmayanın azabı vardır. Bunlarsorumluluk yükleyen gelip geçici şeylerdendir. İşin aslı ise bütün bunları bir kenara bırakıp; Allah’a kulluk etmektir. O’nun rızasını hoşnutluğunu kazanmaktır. Gönlü ona bağlamak ona kul olmaya çalışmaktır.
Herkesin Allah’a bağlanacak bir gönlü vardır da; gönül kendi halinde kalamaz, her şeyden etkilenir. Gönüle; dünya sevgisi, kalp katılığı, şüphe, kötü duygu, kötü niyet, kötü huy, kötü düşünceler ve uzun emeller girerse orayı mahveder, artık oraya ruh girmez. Bu bir bakımdan gönlün kalbin ölümüdür.
Gönül tertemiz pırıl pırıl olursa o zaman imanda kemale doğru yol alır, maneviyat canlanır, ve tevbe eder, tevbesine uyar riayet eder, imanı kemale erer, ömrünü güzelce geçirebilenin geçmiş günahları Allah cc tarafından siliniverir. Korkarak korunarak sakınarak gayret ederek, bir şehvetten bir arzudan bir günahtan vazgeçenler ise ibadetlerinden zevk alırlar ve onlara nice ikramlar edilir.
Kim gündüz iyi kulluk yaparsa gecesinde de Allah onu kollar. Kim gecesinde iyi kulluk yaparsa gündüzünde o muhafaza edilir. Kim sadakatle gönlünden bir olumsuz arzuyu silip atmak isterse, o gönlünden giderilir. İçi dışı dünyası ve ahireti iyiliklerle dolar, hali hoş olur.
Kim doğru olursa işleri görülür. Kim iyilik yaparsa, kendisine afiyet ihsan olunur. Kim dünyada bir kişinin gönlünü alırsa, ahirette onun gönlü alınır hoş edilir. Kim bu dünyada müslüman kardeşinin hacetini giderirse, ahirette onun haceti giderilir. Kim bu dünyada bir kardeşinin sıkıntısına yardım ederse, ahirette onun sıkıntısı giderilir. Kim başkalarının da kalbinin gönlünün rahatını istiyorsa, diline sahip olsun dikkat etsin kimseyi kırmasın gücendirmesin incitmesin.
Gönlümüzün huzuru için ibadet etmeye muhtacız. Allahın ibadetimize hiç ihtiyacı yoktur, ibadet, bizim faydalanmamız için emredilmiş tam bir reçetedir ilaçtır; mesela namaz ne kadar güzel, namaz müminin miracı, namazda Rab’bın ile birliktesin. Namazı içten gönülden eda ettiğinde huzur bulur, tadını lezzetini de alırsın.
Kişi ibadet ile itaat ile hayat bulur. Ezan okunuyorsa eğer ibadete namaza çağırıyorlar; bana ne diyemezsin, bana ne olur mu? Ezan kutsal bir davet. Allah’a ibadeti etmemizi hatırlatıyor, müezzin kendiliğinden duyurmuyor ki, bu sünnet, eğer biz sıradan bir insan gibi kayıtsızlık edersek olmaz. Okunuyor ise vakti gelmiştir, namaz kılınacaktır anlayıvermeli…
Ezan gönlümüze kalbimize dokunmalı ki tam sevabını alabilelim. kurallarımıza göre okunan ezanı içten tekrar etmek, ezanın sonunda duasını yapmak, durum müsaitse namaza icabet etmek, cemaatle veya evde uygun bir yerde kılmak, müsait değilse vakti içinde öncelik verilerek eda edivermek gerekir.
Oscar’dan iki ödül almış bir batılı yazar namaz kılmadığı halde namazla ilgili olarak: “Bir yakın zamanda bizim batılı doktorlar hastaları için yazdıkları reçetelerinde namazı tavsiye ederlerse şaşmayın.” demektedir. Peki kendisi müslüman olan, müslümanlığı ile sevinen kimse namazı kılmazsa, namaza ilgi göstermezse, namaza sırt çevirirse, namaza arka dönerse, bu olacak şey değil ki…
Bir efendi sohbetinde duanın namazın önemi ile ilgili olarak: “Duanın öyle bir haysiyeti vardır ki; dua günahı sevaba tahvil eder ve Duanın kıblesi göklerdedir, gökyüzünde duanın geçeceği kapılar vardır da, namazı olmayanın duası tevbesi ise başının bir karış üzerine yükselemez, yerine ulaşamaz, nasıl kabul edilecek.”diye anlatır.
Herkesin iyilikleri niyetlerine göre değerlendirilir ve herkesin yaptığı iyiliğe, niyetlerine göre ayrı ayrı sevab verilir. Kim niyet eder iyilik yaparsa on iyilik sevabı verilir de, bu karşılık niyete göre yetmişe, yediyüze, daha fazla sevaba kadar çıkarılır. Kim de iyiliğe niyet eder yapamazsa, Allah nezdinden ona tam bir iyilik sevabı verir. Niyette samimiyet iyilik hüsnüniyet esastır. İyi niyetin de haddi sınırı yoktur.
Allah sizin kalıbınıza suretinize değil de kalbinize gönlünüze niyetinize bakar önemli olan niyettir. Niyet ise kalbin bir şeye karar vermesi yönelmesidir ve niyet halleri ihya eden, canlandıran ibadete çeviren bir ruhtur. Mesela Abdest almak namaz kılmak ne kadar güzel, bedenimiz için faydalı olan, maneviyatı diri tutan, gönülleri şenlendiren abdeste namaza niyetle besmele ile başlanır, niyet ve besmele esastır, niyetsiz besmelesiz abdest veya eylem onlar başka bir şeylerdir, niyet besmele eylemi ibadet haline getirmektedir.
Sağır sultanın herşeyden haberi varda, kiminin işine gelmeyenden haberi yok, çevreyi camiyi cemaatı mümini her şeyi görüyor, gönlü ibadette değil. Kendinde bir eksiklik bir ihtiyaç duymuyor, öğrenmemiş öğretilmemiş, abdest diyorsun zoruna gidiyor: “Gideceğim soyunacağım, çorabımı çıkaracağım, elimi kolumu ayağımı yıkayacağım” diye üşeniyor, ibadeti sevmiyor islamı bilmiyor, benlik tembellik şeytan da yaptırmıyor, neticede abdest alamıyorlar.
Bir görüşe göre kim namaz kılmıyorsa, o Allah tarafından namaza kabul edilmediği için kılamıyor. O’nun belki henüz maneviyatın kural ve inceliklerinden haberi olmamış diye, namaza kabul edilmemiş, kendisi bunu bilmiyor, namaz kılmıyor, burun doğrusuna gidiyor..
Dikkat edin! Sorun öğrenin anlayın: Hizmeti mihnet, meşakkati zahmet bilen; sıkıntıyı ter döküp uğraşmayı didinmeyi göze alamayan ve dünyalık ile neşelenen kimselerin, gönlünden cana can katan, içimizi arıtan, aydınlıkla dolduran “Ahiret”ve “Ahiretle neşelenme” duygusu çıkıp gider. Para kazandım, makam sahibi oldum, malım mülküm oldu diye sevinirler de, işte o zaman gönlünden “Ahiretin ibadetin itaatin neşesini” alıp götürürler. Kaskatı bir kalb ile kalıverir, kimseye de kendine de merhametin olmaz.
Hayat ne kadar güzel; kuş sesleri, orman deniz, sebzeler meyveler, yemekler tatlılar. Ancak belki hiçbiri ile mutlu olmayabilirsiniz. Mutluluk Allah vergisidir. Bazen içimiz canımız sıkılır, gönlümüz daralır, çatlayacak gibi oluruz, ağzımızın tadı gidiverir. Bereket lütuf ikram, ihsan herkesin gönlüne gayretine göre verilir. Yapılacak işe iyiliğe hizmete yardıma eyleme canı gönülden besmele ve iyi niyetle başlanırsa; işte o zaman, tadı lezzeti gelir. Gönül zevki tadar, sefa bulur,
Aslolan hayatımızı değerli kılan eylemlerimizdir. Yumuşak sıcak bir gönül edinmek ve başkalarının yüreğine dokunuvermeyi bilmek öğrenmek önemlidir. Geçen geçti de, yine daha fırsat elimizde, artık kalan ömrümüzde iyiliğe hizmete itaata ibadete yer vererek, vakti değerlendirerek iki cihan saadeti elde etmek mümkündür.
Medya, acımasız dünya, ilgilendiğiniz ağırlığı olmayan konular, ikamet ettiğiniz dar çevre sizi oyalamasın. İlim öğrenin, olmazsa olmaz temel bilgileri ihmal etmeyin, sağduyu sahibi olun, , çalışın gayret edin, sevdiklerinizle kendinizle barışık olun ve olurun olmazın peşine düşmeyin, boş şeyleri gönlünüze dert etmeyin, “hayırlısı olur inşallah deyin.” geçin. içiniz gönlünüz rahat olsun, selim olsun, temiz kalsın.
Bir kutsi hadiste “…Benim mescitlerime ancak selim kalplerle, doğru lisanlarla, temiz ellerle, iffetle girsinler…” diye bilgi var. Mescitlere kalb gönül safiyeti ile girilsin isteniyor. hani biz Allah’ı seviyoruz işte; şimdi test edelim, hakikaten mi seviyoruz , sevgimiz içten mi, safi mi, samimi mi? Ancak bu sevgi safiyeti olan gönülden çıkabilir. Allah’ı sevenler; itatının ibadetinin, edebinin, muaşeretinin güzelliğinden anlaşılıverir.
Gönülde Allah sevgisi olduğunda, yapılan işler içtenlikle samimiyetle yapılır, içinde dünya sevgisi olmaz, her şeyi en iyi şekilde yapmak kendisine hâl olur. O’nu seven âsi, zalim, hayırsız olmaz.
Asrı saadette, Peygamber efendimiz Tebük seferinden dönüşlerinde; sefere iştirak eden sahabe son derece yorgun, bitap, mecalsiz idiler. Yolun uzunluğu, yazın şiddeti, su ve erzak kifayetsizliğinden hayli yıpranmışlardı.
Medineye geldiklerinde Efendimizin ilk buyruğu: “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” olunca; ashab sarsıldı şaşırdı meraklandı, biz meşakkatli bu zorluk seferinden döndük, belki şimdi bir başkasına mı, daha büyüğüne mi çıkacağız diye telaşa düştüler, anlamak istediler; “Büyük cihat nedir Ya Resulullah?” diye sordular. Efendimiz cevaben: “Nefisle cihattır.” deyince, yorgun mücahitler bitkin hallerine rağmen nefisle cihadın ne olduğunu öğrenmek, nasıl olduğunu bilmek için nefisle cihadı anlamaya çalıştılar.
Çünkü onlara bir Hadis-i Şerif hatırlatılmıştı; “Siz bugün öyle bir zamandasınız ki sizlere emrolunanın ‘onda birini’ terketseniz helak olursunuz. Fakat öyle bir zaman gelecek ki emrolunanın ‘onda birini’ yapanlar kurtulacaklardır.” (Ramuz 136/1)
Bu hadis onlara bir uyarı idi, onlar da hiç terettüd etmeden “Emrolunanın tamamını öğrenmeye, uymağa” çalıştılar, tembellik etmediler üşenmediler miskinlik göstermediler ve bilgi edindiler.
Nihayet “Büyük cihadın kalb gönül ıslahı” olduğunu, içimizin nefsimizin temizliğinin önemini, bunun dış temizliğinden çok daha zor olduğunu ve fakat mümkün de olduğunu öğrendiler. Korkmadılar yılmadılar ve nefisle cihadı benimsediler. çalıştılar gayret ettiler. Sonunda “Her biri hidayete ulaştıran yıldızlar.” oldular.
İslamın kuralları ne kadar güzel. Dikkat edilirse bu Hadis-i Şerif ahir zaman müminleri için bir müjde… Kurallarımızın hepsi bize çevremize topluma yararlı, faydaları maddi manevi çok yönlü de, günümüzün mü’minleri inancının aslını öğrenemiyor, itaati ibadeti huzurla yapamıyor, dünya ahiret saadeti için gerekli olan çaba gayret hizmet içinde olamıyor. Toplumun içinde bulunduğu manevi yozlaşma bütün bunları engelliyor.
Nefis şeytan başta olmak üzere iyiliğimizi istemeyen bu büyük taife var boş durmuyorlar, hak yolda olanı engellemek için canhıraş çalışıyorlar.Bu taife ve taraftarlarının; medyada ağırlıkları, televizyonları, gazeteleri, dergileri var. Kurumlarını teşkilatlarını tezgahlarını kurmuşlar, bizim içimizden hain yardımcılar edinmişler; aldatma yanıltma faaliyeti içindeler, hız kesmiyorlar. Bozgunculuk yapıyorlar, hile yapıyorlar, tuzak kuruyorlar, ne edip edip, insanımızı yoldan çıkarma derdindeler.
Bunlar galiba bizim için bir sınav, dünya imtihan yeri, tabii başımıza küçük büyük hoş olan olmayan şeyler gelebiliyor, bizde onları teşhis ediyor edemiyoruz, bazan unuttuğumuz, ihmal ettiğimizde oluyor. Bize denilen şu “onlardan korkmayın Allah’tan korkun, O’na sığının”; onların bilmedikleri yerden saf dışı edilmesi güç kudret sahibi için çok kolaydır. Dünyanın kurumları teşkilatları tuzakları “Bir ev edinen örümceğin durumu gibidir.” Mevlaya bizden, bir kımıldanma canlanma bir samimiyet niyet dua yükselirse: O bizi selamete çıkarıverir. .
Allah’a sığınmakta acele etmek, vaktinde tedbir almak ve emrolunanı bilmek ve yerine getirmek lazım. Günümüz insanının itaatta ibadette bilgisi tam değil, sadece yapılması gerekli olanların bir kısmını biliyorlar, bir kısmını yapmaya çalışıyorlar. Neyse ki “Öyle bir zaman gelecek ki emrolunanın onda birini yapanlar kurtulacaklardır.” hadisinin; inşallah dünyada ahirette hesapta mizanda mümine faydası büyük olur da ebedi saadeti elde ederler.
Bunları yazmak kolay da nefsin terbiye edilmesi gönlün arındırılması basit bir şey değil, fakat ihmal edilecek bir şey hiç değil. Zira dünyamız ahiretimiz kararacak. En iyisi dayanılacak güvenilecek yere mütevekkil olarak bir yerden başlamak lazım. Arınmanın lüzumuna inananların, işi bilenlerin çevresinde olmak. İçten samimi bir niyet etmek, sonra kendine diline gözüne sahip çıkarak iç temizliğine başlamak gerekir; yalnız bırakılmaz zaman içinde yardım görür, mesafe alır. Huzur güven yolunda ilerlemeye devam eder. Aksaklık çıkarsa yardımcı olunur yolu açılır.
Peki biz daha ne istiyoruz, bildiklerimizi duyduklarımızı hatırlayalım. Hani içten halis bir niyetimiz, candan gönülden kopup gelen bir duamız, bir büyük gayretimiz bekleniyor.
Bari hepimiz candan gönülden içtenlikle, bir niyet edelim, bir dua edelim, eh artık bir büyük gayret içinde bulunalım. Bakarsınız içimizden birinin hâli istikameti sebebiyle dualar kabul edilir. Rabbimiz güç kudret kuvvet sahibidir, gücümüze güç katar, bizi düze çıkarıverir,
İşte o zaman yüzümüz güler, mesut bahtiyar oluruz. Rahat bir nefes alırız. Dünyamızıda ahiretimizide kazanırız.