Heves ve Vesvese

Hayat ötelere doğru akıp gitmektedir. Bu gidiş sırasında kişi karşılaşacağı bütün olaylarda  ‘’Allah’a kul olma’’ vasfını korumakla yükümlüdür. Çünkü hayatın gayesi yalnızca yaşamak eğlenmek ve nefsin arzularını tatmin etmekten ibaret değildir.

İnsanın yapısını mana ve madde olmak üzere iki unsur oluşturur. Mana boyutu ruhu madde boyutu bedenidir. Ruh ulvidir yücedir. Beden ise benliğimizin maddesidir, onun kendini gören gözeten başkasını görmeyen bir nefsi vardır. Nefsin istekleri çoktur. Daima kendisine ihtiyaç çıkarır. Yemek, içmek, eğlenmek, arzularını tatmin etmek, baş olmak emir vermek taraftarıdır.

Hayatımızı devam ettirebilmek için ruhumuzun bedenimizin ihtiyaçlarının karşılanması lazımdır. Nefis maddi ihtiyaçları hissettirir, ister, hemen yerine getirilmesi için ısrar eder, inat eder.

Ruhumuzun da ihtiyaçları vardır. Bunlar; Rabbi katında bulunan nimetlerdir, yükümlü olduğu ibadetlerdir,  yaradanı anmak, zikretmek hatırdan çıkarmamaktır. Ruh bunlarla yatışır, tatmin olur. Ruhun ihtiyaçları manevidir fakat nedense bizim kuşak sadece nefsin ihtiyacını bilir, ruhun ihtiyacı olduğu şeyleri bilmekten ise soyutlanmış uzaklaştırılmıştır.

İnsanın gönlüne kalbine tesir eden başlıca iç etkenler; vahiy, ilham, heves ve vesvesedir. Bunlardan vahiy; Allah cc ın peygamberlere Cebrail aracılığı ile gönderdikleri bildirdikleri dir. İlham ise; melek tarafından kalbe bırakılan  kalbe gönüle doğan bilgidir, velilere ve iyi kimselere mahsustur, iyiliğe davettir, hayır vâdidir ve hakkın tasdikidir.

Heves ise; nefsîdir, istektir arzudur şevktir, gelip geçici şeylerdir, nefsin düşünce ve talepleri dir. Bunlar yiyecek, içecek, dünyanın şehavatı süsü lezzeti ve saltanatıdır. Nefsin tabiatı icabı meşru gayrimeşru ayrımı yapmadığı istekleridir. Nefsin hevasına, hevesine, hazlarına önce şöyle bir bakmak, eğer haklı değilse bir şekilde ıslahına gitmek lazımdır.

Ancak nefsin hakları da vardır. Bu haklar insanın fıtri ve bedeni hayatının devamına hizmet eden ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçların temini asla yasaklanmış değildir. Aksine ihmal edilme sebebi ile kişi dünyevi ve uhrevi işlerini takipten bigane kalıyorsa engellenmesi caiz değildir

Islah edilmemiş nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder. Nefsi emmare sahipleri müslümanız derler, emredileni yapmazlar. Buna karşılık yasaklananların hepsini rahatça işlerler, çirkin fiillerini güzel görürler, onlarla öğünür ferahlanırlar.Dünya ehlidirler, haram olan şeyleri bilerek işlerler. Bir gün olur tevbe ederiz, baki ömrümüzde emre uyarız, derler. Onlarda Allah korkusu yoktur. Yaptıkları kötülüklere pişman da olmazlar, iftihar ettikleri de olur. Mevla’nın bu kadar vaatleri var iken bizi cennetten mahrum eder mi? derler. Birbirlerini teselli ederler.

Kitleler ihtiyacın sonsuz olduğu unutuyorlar,  ülkemizde de tüketici yanılgı içinde, batının yaşayışını örnek alıyorda, onlar canları ne isterse onun peşindeler  yiyip içip eğleniyorlar ve yinede sıkıntıdan patlıyorlar. Hafta sonunu zor getiriyorlar, haftasonu bir masraf daha ve faydası işte o kadar, onları tatmine yetmiyor. Batılı ihtiyacını abartıyor başına bela ediyor,  kendisinin üstesinden gelemeyeceği seviyeye getiriyor, yiyip içiyor tüketim bağımlısı oluyorlar. Artık tüketim artıyor, tad kalmıyor haz lezzet düşüyor.

Batı tüketiminin bizdeki yansıması da tuhaf, şehirlerimizde Roma Paris teki gibi pratik beslenme iddiasında yerler mantar gibi çoğalıyor da,  tercihleri lezzet, haz ve damak tadı, onlar sağlıklı beslenme taraftarı değil. Bunlar biliniyor, ancak sermaye o tarafa yönelmiş, kendi çıkarı peşinde,  tüketiciye yakın düzenli yerler açıyorlar, kapsamlı fiyatlı cazip görseller hazırlıyorlar, reklam yapıyorlar. müşteri girince; ne isterse hazır malzemeden şoklama ile kısa sürede  hazırlanıyor ve taze çıtır dumanı üzerinde olduğu halde; sembolik garnitürler, tuz biber ek suni tatlandırıcı, kağıt bardakta kola benzeri içecek ile takdim ediliyor, reklamında gördükleri aynı minval üzere önüne geliyor. Gencin yetişkinin çok hoşlandığı belli. Sağlıklı değilmiş kime anlatabilirsin, kimsenin umurunda değil, gününü gün etmek isteyenler çok, yakınlarımız dahil müşterisi, bu tür yerlerin girenleri çıkanları eksik değil

Halbuki böyle yerlerin hemen teşhis edilmesi lazım, akıl iz’an var, kişiye nefsini ıslah etmesi için nefsi ile mücadele etmesi için bir de cüzi irade verilmiş  iradesini kullanarak yerinde, zamanında nefsinin kötülüklerini engelleyebilir. Fakat nefis ile mücadele savaştan daha çetin, zira düşman hasmını kabre kadar takip eder, zayıf anlarını kollar. Nefis de kolayı tercih ettiği ve isteğinin önünü arkasını düşünmediğinden bir bakıma düşmandır. Düşmandan kendini kurtarmanın yolu ise onu ıslah etmek, yenmek ve inancını yaşamaktır.

Vesvese Ye gelince; şüphe kuruntu işkil, yanlış düşünce, kötü bir durumla karşılaşma sanısı dır. vesvese şeytan tarafından kötülüğe davet için kalbe bırakılan dürtüdür. Şeytan kötü olan çirkin şeyleri emreder. Hayır hasenatı engeller.

Tasavvuf büyüklerinden Ebu Osman “ Kim hayır yapacak olursa, hayrını şeytanın elli oyunundan kurtarmadıkça yapamaz. “ demiştir. Yoksullukla o herkesi korkutur, bozgunculuğu tahrik eder, hakkı tekzib eder, iyi şeyleri unutturur. Cinlerin küfür içinde olan taifesindendir. İşi gücü vesvese vermek yanıltmaktan ibarettir. Hikmetinden sual olunmaz. Allah cc kullarını imtihan etmek için ona bazı özellikler vermiş,  kıyamet gününe kadar süre tanımıştır. Burada bir parantez açıyoruz:

1970’li yıllar, bir sanayi kuruluşunun üst yöneticileri bilgilendirme toplantısı yapıyorlar, geçmiş dönemin üretim satış stok program ve gerçekleşme rakamları tablolar halinde gözden geçiriliyor, karşılaştırıyor. Toplantı sonunda kokteyl parti veriliyor. Toplantı bitiyor ve yöneticiler toplantının  kritiğini yaparak birbiri ile konuşarak kokteyl salonuna iniyorlar, burada masalara aperatif yiyecekler, meyve suları konmuş. İçkiler kurumdan ve pahalı cinsten, viskide var. Biraz sonra dağıtılacak Garsonlar ellerinde tepsi masaları dolaşıyorlar, isteyen alıyor. Bir kaç yeşilaycı bir kenarda meyvesuyu ile iktifa ediyor. İçlerinden hatırlı olanı şef garsonu görmüş oraya gelmiyorlar. Alanlar içkilerini alıyor, seslerini yükseltiyorlar, ıstersen duyma; şimdi konuşma konusu içki; viski iki parmaktan fazla içilmezmiş. Üç parmak içenlere dikkat ediliyor. ‘’Güzel içiyor.’’ deniliyor ve takdir ediliyor. sonra birisi öne çıkıyor üç beş parmak içiyor. ‘’Gayet güzel içti.’’ hem de belli etmedi sarhoş olmadı diyorlar. Halbuki daha önceki toplantılarda bu kadar içmemiş, bilmiyorlarmış. Bravo falan deniliyor, orta yaşlı, sağlıklı, güçlü kuvvetli başarılı bir müdür, çevresini alıyor, iltifatlarda bulunuyorlar. Kokteyl bitiyor ayrılıyorlar.

Sonra işyerinde yöneticiler arasında konuşmalar oluyor ya ne konuşacaklar; bir kaç ay daha  ‘’O da güzel içiyor’’ diye onun şanı sürüyor. Fakat bir zaman sonra haber dolaşıyor; adam sağlığından olmuş, omuzu düşmüş, kamburu çıkmış, görevden almışlar,  yıkılmış kaybolup gitmiş. Burada kendisini bilgisizce mahvettiği görülüyor. Baştan itibaren ergenlik gençlik süreçlerinde şeytanın süslemelerine vesveselerine dikkat etme gereği açıkça görülüyor.

Ruh ve nefsi tatmin edecek en güzel metod inancı yaşamaktır. Nefis ruhun emrine girerse beden rahmani olur. Kul nefsin emrine girerse beden şeytani olur. Şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Kötülükleri yaptırmak için uğraşır. İnsanların ruhuna nüfuz ederek onları eğri yola sevkeder. Pek çok yardımcısı ve dostu vardır; bazı insanlarda ona tabi olur, şeytanlaşırlar. Bir parantez daha açıyoruz:

İlçelerden bir ilçe, nüfusu üçbin kadar. Hükümeti, belediyesi, amiri, memuru var. Bir kaç berber var da birisinde mütegallibe traş oluyor diye orası süslü gösterişli. Ustanın kulübe lokale çıktığı oluyor. Bir merhaba demek için. Hemen sahipleniyorlar, izzet ikram ve ustanın belki de daha önce de içki ile oyunla arası vardı. Şimdi akşamcı gibi ve dahası oyunda oynuyor,  gündüz de içtiği oluyor. İçkiyi biraz da fazla kaçırdığı bir gün berber dükkanının hemen yanındaki arkadaşının kahvesinde, üç sandalyeyi bir araya getirmiş uzanmış, sarhoş ve arkadaşları çevresini almışlar. Eskiden yeniden konuşuyorlar. Bir konu açılıyor, o konu ile ilgili olanı ustaya bir vesile ile ‘’Günahını çekeyim bu böyleydi.’’ deyince, usta doğruluyor’’ ben günahlarımı zorlukla kazandım  kimseye vermem’’ diyor. sarhoş neredeyse kavga edecek ayırıyorlar. aralarını buluyorlar. Bunlar arkadaşları ya, söyleye söyleye yola getirmeye çalışıyorlar, zaten onlar hallerinden memnun değiller sonunda yola gelen de çok ve durumlarını takdir ediyorlar teslimiyet içinde oluyorlar.

Herkesin şeytanı vardır ve şeytan kimseden ümit kesmez. illaki aldatmak ister. Niza çıkarır, kavga ettirir kin husumet tohumları eker. Acele ettirir, şaşırtır yanlış yaptırır.İnsanları saptırmak için bütün gücünü kullanırlar. Şeytanın dostluğu yoktur.  İsraf edenler saçıp savuranlar şeytanın kardeşi olurlar. Saptırdığı kimseleri hemen küfre düşer düşmez yalnız bırakır, yanlarından kaçarlar. “Sen Allah’a şirk koştun, ben senden uzağım “ der. bilgili dünyayı ahireti görmüş te kötü huylu. O ve onun dostları isyanlarının ve kötülüklerinin cezasını ebediyyen cehennemde çekecekler.

Şeytan insana bu dünyada yaptırmak istediğini süsler, sonra bir haklılık payı verir. İnsan da ben haklıyım der. Onun söylediğini yapar. Yapılan kötülüklere kötülükle cevap verdirmeye çalışır. Ancak Allah’a dayanan güvenen teslim olan sığınan salih kimselere zarar veremezler.

Salihlerin tavsiyelerine uyularak yapılan bir nefis mücadelesi ile güzel ahlak ve huylara sahip olanların oluşturduğu toplum hayat bulur.Toplumdan ahlaklı kesim azalır gider kaybolursa orası iflah olmaz. Neticesinde inanç akıl haysiyet can ve mal zarar görür. Islah edilmemiş nefsi emmarenin oluşturduğu kötü huylarda toplumu mahveder.

Nefsinin ve şeytanın seni haklı göstererek kötülük yaptırmaya çalıştığında sakın onlara fırsat vermeyin. Ahmet Yesevi Hz.lerinin şu sözünü dinleyin. “Akıllı uyanık bir kimse isen, dünyaya gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp, dünyaya meylettirirse seni emri altına almış demektir. Bundan sonrası felaketten felakete sürüklenmektir ki; senin hiç haberin olmaz.

Bir de ahlak kitabından Hacı Bayram Velinin halifelerinden Lamekani Hüseyin Efendi’nin manzumesi vardır:

“ Evvel koma kim, sonra çıkarmak güç olur güç.

Şeytan çerisi hane-i kalbe konulunca”

Bu manzume ile pek çok mana ifade edilmektedir. Sen gönül evine bekçi kılındığın halde sakın bu eve haktan başka bir şey sokma. Zira bu düşmandır, düşman bir kere girdiği yerden kolay kolay çıkmaz. İşte bu gözle görülmeyen ta ezelden beri insana düşman olan şeytan ve yardımcılarının gönülden çıkarılması kadar zor bir şey de yoktur. Doğru olanı yapın, onu oraya sokmayın, şeytana uymayın. Kibir ucüb riya hırs hased gazab kin tecessüs gıybet vs. den sakının denilmektedir. Bu hususta bir hadis-i şerifte:

“… Sükutun uzun olması tavsiye edilir. Hayır söz müstesna, zira bu sükut şeytanı senden uzaklaştırır ve inançlı işlerinde sana yardımcı olur.”  (Ramuz 157/4) Yeri gelmiş iken sükut ile ilgili bir bir parantez daha açarsak:

Susmak zahmetsiz külfetsiz bir ibadettir. Ruha gıdadır, insanı dinlendirir.

Sükut mücevhersiz bir süstür. İnsanın hem içini hem dışını süsler.

Sükut saltanatsız bir heybettir, vakardır. Az konuşanlar başkalarının gözünde büyürler. Sükut insanı nedametten kurtarır.

Sükut alimin ziynetini arttırır. Cahilin ayıbını örter.

Sükut taşsız duvarsız sağlam bir kaledir.

Bunları bilelim de Euzü Besmelesiz işe başlamayalım. Abdestsiz gezmeyelim. Duayı ihmal etmeyelim . şeytandan Allah’a sığınalım.

Nefsimizi ıslah etmeyi ve şeytanın vesvesesinden korunmayı sürdürelim. unutmamaya çalışalım kendimize hâl edinelim