Batı
Dünya; dağları, denizleri, insanları, hayvanları üzerine doldurmuş, sırtlamış, gidiyor. Onun üç hareketi var; kendi etrafında döner, güneşin etrafında döner ve güneş sistemi ile birlikte dolaşır.
Güneş aynı zamanda bir takvim. Eğer takvime bakarsanız yarın sabah güneşin saat kaçta doğacağını, akşam kaçta batacağını görürsünüz. Onun kendisine has, hassas bir görevi var. Sabah tam vaktinde doğar, yükselir, tepeye çıkar, döner dolaşır akşam tam vaktinde batar. Doğduğu yön doğudur, battığı yön batıdır.
Doğu, batı ana yönlerdir. Her evin, yerin, kentin, memleketin doğusu batısı vardır. Türkiye’nin batısında Avrupa kıtası bulunduğundan irili ufaklı Avrupa devletlerine halkımız pek çok konuda kısaca “Batı” deyip geçmektedir.
Batı avrupadır. Batı ile ilgi çok önce başlamıştır da son birkaç asır batı bu ülkenin gündeminden hiç düşmemiştir. Resmi kuruluşlar, üniversiteler, okullar, sanayi, ticaret ve mali kuruluşlar, turizm ve kültür faaliyetleri batı dikkatle izlenerek düzenlenmiş ve içtimai hayat, evler, yerler, şehirler batıdan örnek alınarak planlanmıştır. Bu bakımdan batıyı artısı eksisi ile öğrenmek için Cemil Meriç’in ‘’Umrandan Uygarlığa’’, Dr. Sigrid Hunke Nin ‘’İslam Güneşi’’ eserlerinden, muteber kitaplardan ve güncel bilgilerle tanımanın faydalı olacağını düşündük araştırdık.
Dr. Sigrid Hunke, batının kendi kaynaklarına göre düzenlediği, pek çok dile tercüme edilen eserinde; “Mağrur ve sömürgeci batının; müslümanların yalnız ilmini, tıbbını değil, müşahede metodunu, hukuk kurallarının çoğunu, matematik, astronomi, fizik, kimya bilgilerini ve aynı zamanda görgüsünü, musikisini, mimarisini, masalını, oyunlarını, hatta giyinme usullerini bile aldığını” söyler ve bu gerçeği reddedilemez bir kesinlikle ispat eder.
Pek tabii olarak batının en yakın komşusu olan müslümanlar, tam yedi yüzyıl dünyaya medeniyet ışığı oldukları oraları ve batılıyı aydınlattıkları halde batılıların bu hususu ağızlarına bile almadıklarına hayret eder ve “İslam’ın medeniyetini hiçe sayan, gizleyen ve karalayanların, müslümanlar hakkında insanlık dışı hüküm veren batılıların kınanması gerektiğini” ifade eder.
Batı öyle bir toplumdur ki fertleri de, ülkeleri de çapulculukla palazlanmış, orada alınteri hor görülmüş, haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü; ne yönetenler ne de yönetilenler umursamamış, onlarda yalnız kaba kuvvet saygı görmüştür.
Batıyı daha önceleri İskenderi yunani’ ile Grek uygarlığı baştan başa sarmış, onları bir araya getirmiştir. Aslında Yunanlılar tabiat olaylarını fenle, bilimle anlayamadığından, sadece hikayeler halinde görüp geçirdiklerini uzun uzadıya yazmışlar, bunları kitaplarında toplamışlar, bu kitaplar onların uygarlığının esası olmuş. Helenizm olarak batıda yayılmış, ancak itikadlarının bir kaidesi olmadığından, bunlar karmakarışık acayip bir takım efsaneler olarak kalmıştır.
Grek uygarlığını en parlak devrinde ahalisinin kırkı köle biri hürdür. Genç beyinsizler ve kart edepsiz kadınlar baş tacı edilmiştir. Her yıl binlerce insan kurban edilmiş, onlarca çocuğun kanına girilmiştir. Fakat bu uygarlık; bütün Osmanlı düşmanlarını bir araya getirmiş, Osmanlıya duyulan husumeti kabartmış. Batıyı bir uçtan bir uca bu kin üzerine toplamışlar ve bu uygarlık kendilerine mezhep olmuş; İngilizi, Fransızı, Almanı, Rusu bu kinde düşmanlıkta kaynaştırmıştır.
Bir toplum ki kabiliyete, asalete, servete, bütün meziyetlere düşman olmuştur, kah paralı askerdir, kah hayduttur, tek gayesi yağmadır. Her hayasızlığı tabiileştirmiş, ilahlaştırmış bir kavimdir. Kibirde, yalanda, edepsizlikte birincidir ve ancak ne etmişse etmiş; kibrini, yalanını, edepsizliğini ustaca kullanmış ve pazarlamıştır.
Gaye yağma olunca batı sömürüyü meslek edinmiştir. Sömürgecilik başkalarının yerinin yurdunun, zenginliklerinin bir millet ve devlet tarafından zorla ele geçirilip yağmalanmasıdır. Bunun son örneği batılılar tarafından orta çağlarda başlatılan hala devam etmekte olan bir süreçtir. Sebebi hammadde ve pazar arayışları, gelişen milliyetçilik, güçlü devletlerin gücüne güç katmak, nasyonel kültürel üstünlük kurarak ekonomik siyasi ve askeri çıkarlar aramak sağlamaktır.
Batılılar 1500 yılı başlarında Hindistan, Endonezya, Çin ve bölgedeki yüzlerce adayı sömürge haline getirmişlerdir. Buralarda sömürü ile vahşet bir arada yürümüş, hint adalarında yerlilere soykırım uygulanmıştır. Sömürgeciler daha fazla zenginlik hırsı ile yerlilere zulmetmiş, onları madenlerde, tarlalarda ağır şartlarda çalıştırmış, sakatlanmalarına ölmelerine aldırmamış seyirci kalmışlardır.
Sömürgecilikte sonra bir gelişme olmuş, Batılılar Amerika’ya Afrika’ya yönelmişlerdir. Buralardaki yerliler asimile edilmiş, angaryaya tabi tutulmuş, haraca bağlanmış, kendilerine köle edinmişlerdir. Batıya taşınan ganimetler giderek artmış, maden hasılat zenginlik ne varsa ülkelerine taşımışlar, zamanla Amerikada sömürülen yerlerin nüfusu azalınca bunların yerine Afrika’dan getirilen zenciler oralarda köle olarak çalıştırılmıştır.
Aslında Afrika’da sömürgecilik hareketleri Haçlı seferleri sırasında başlamıştır. Batılılar işgal ettiği yerlere çok sayıda batılıyı göç ettirmişler, oralarda Sömürgecilikten elde ettiği kaynakları hammadde olarak kullanarak sanayilerinde ilerleme sağlamışlardır.
Esas ilginç olan gerçek; batılıların sağcısı olsun, solcusu olsun çok azı hariç herkesin sömürgecilikten yana tavır koymasıdır. Bu bakımdan sömürgecilik hareketleri hız kazanmış, sanayi devrimi ile öne çıkan problemlerini kolayca çözmeye bakmışlardır. Coğrafi keşifler sonrasında Portekiz ve İspanya’nın öncülük ettiği sömürgecilik yarışında İngilizler en önemli sömürge imparatorluğunu kurmuşlardır.
Sömürülen yerlerde sürüp giden istikrarsızlık, ekonomik çöküntü, açlık, sefalet ve sosyal problemlerle batılı ilgilenmemiştir. Bundan daha önemli tahribatı ise dil, din, kültür ve hayat tarzı üzerinde yapmışlardır. Vaktiyle Endülüs’te islam alimleri batı kültürünü titiz bir tahlile tabi tutmuş ve değerli bulduğu bilgileri irfan hazinesine katmış, posasını batıya terk etmişti; müslümanlar hak hukuk konularında sağlam kurallara sahip olduklarından; İngilizler onları sömürge faaliyetlerine karşı kendilerine tehdit kabul etmişler, İslamdan, İslamın hilafet makamından daima rahatsızlık duymuşlar, İslam’a müslümanlara düşman olmuşlardır.
Sömürü bir yana, bir şekilde sanayinin ekonominin gelişmesi ile sosyal hayat bir değişime uğramış, batılı hayat seviyesinin yükselmesi ile düpedüz çıldırmıştır. Zira en sapığından en utanmazına kadar her türlü rezaleti edepsizliği yapmışlar, toplumun büyük kısmı doğal olan utanmayı unutmuş. Özellikle gençler utanmanın farkında bile olmamışlar. Batıda bunalımın boyutları çok daha açık ve net bir şekilde görülmeye başlamış. Ne edepsizlikler, ne sapıklıklar, ne akıl almaz kural dışılıklar… Nedir bu insanların derdi, gelirleri de çok, iyi de şikayetleri hiç bitmiyor. Aslında onlara acımak bile gerek.
Batıda aile yuvalarının yarısı kısa zamanda bozuluyor. Sevgisiz ve şefkatsiz büyüyen çocuklar hayata ve insana düşman olarak yetişiyorlar. Her biri gelecek için bir risk olan gençler, tabii olarak öncelikle kendilerini tahrip ediyorlar. Ana baba sevgisi, çocuğa şefkat, yardım duygusu, komşuluk ilişkileri, akrabalık ve dayanışma gibi ulvi hisler sadece kanunun mecbur ettiği kuru zoraki iğreti bir çizgide sürüp gidiyor.
Batılılar öz akrabalarına bile amca, dayı, ağabey, abla teyze hala diye hitap etmezler. Hani yaygın olan abla abi kelimelerini bilmezler, kullanmazlar. Onlarda amca dayı hala teyze yoktur. Bazı hısım akraba isimleri batıda bulunmaz. Mesela elti, görümce, yenge, enişte isimlerine rastlanmaz. Batılı aile tipinde bunlar olmadığı için özel bir isimlendirmeye ihtiyaç duymazlar.
Batılıların toplumunda herkes birbirlerine pek dost değildir. Onlarda misafirlik kavramı, yakınlarını arama sorma haberdar olma konusu yoktur. Ancak her yerde olduğu gibi burada da dedikodu vardır. Toplumu birbirlerine bağlayan uzlaştıran ‘’hayırlı olsun’’, ‘’geçmiş olsun,’’ ‘’maşaallah’’, ‘’güle güle’’, gibi temennilerde bilinmez.
Batılılar büyük bir yalnızlık ve tedirginlik içindedirler. Bu biraz da kişisel kaynaşmanın sadece menfaate çıkara bağlı olmasının sonucudur. Arada bir çıkar gaye yoksa kimseye selam bile verilmez, aile içi ilişkiler ise temelden kopuktur. Aile fertleri birbirlerinden soyutlanmıştır. Ne yapsınlar her biri yalnızlıklarını kedi köpek gibi hayvanlarla gidermeye çalışırlar.
Batının asıl yalnızlığı ve yabancılaşması yaşlılıkta ortaya çıkmaktadır. Yaşlılar evde, sokakta, otobüste parkta hayatın günlük akışında yalnızlıklarının açıkça farkına varırlar. Evde işgale uğramış gibidirler. Diri canlı ele avuca sığmaz hareketli gençler, onları kendilerine engel kabul ettiklerinden, bir an evvel önlerinden atmaya bakarlar.
Yaşlı insanlar umursanmaz, yok sayılır, uzaklaştırılırlar. Her yaşlı insan batı düşüncesinin insanı nasıl bir yalnızlığa ittiğinin somut bir örneğidir. Burada herşey karşılıklıdır. Karşılıksız bir şey vermek yoktur. Dilenciler orada ancak şarkı söyleyerek, takla atarak, Akrobatik hareketler yaparak para toplayabilirler.
Batılılar şehirlerde, yerlerin altına kat kat muntazam metrolar yapmışlar; üstünü de dantel gibi işlemişlerdir de yine de şehirlerinin soğuk yüzü, kasveti, rutubeti, yer yer ağır kokusu fark edilmeyecek gibi değildir.
Batılılar çok açık biçimde varlık içinde yokluk çekmektedirler. Adeta sahip oldukları zenginlik başlarına bela olmuştur, para pul onlardan öncekileri mahvettiği gibi onları da mahvetmiştir. İşte hippiler yuppiler ve benzeri toplum dışı yaşayanların davranışları… Uzmanlar bütün bunların batının bu gidişatına normal bir tepkiden kaynaklanmış olabileceği kanaatindedir.
Onlar; manevi hayatı, dünya ahiret ferahlığını, sonsuzluğu, cenneti cehennemi gereği gibi takdir edemediklerinden; edebi kurtuluşu, ahiret huzurunu azabını bilmiyor düşünmüyorlar. Batıda kalabalıklar adeta sürü haline gelmişler. Neredeyse kendileri için hayırlı olacak hiçbir şeyden haberleri yok. Hayatlarını mahvetmek de olan oyunlu içkili eğlenceli yaşama türüne inatla ısrarla devam ediyorlar. Özellikle gençlerinin ve toplumlarının durumunu gördükten sonra, artık insanlık ve ahlak bakımından ’’Çağdaş uygarlık düzeyinin’’ nasıl bir aldatmaca olduğu açıkça görülmektedir.
Batı nedense edepsizliklere ezelden beri aşinadır ve yaptıkları da eski bir şarkının tekrarından ibarettir. Onlar her defasında akortsuz, alelacele ve dolu dizgin aynı şarkıyı söylerler. Çılgınlıkları şimdi çok daha yoğun ve yaygındır. Bunlar top yekün mukaddeslerini kaybeden toplumun karanlıklarda çırpınışından başka bir şey değildir.
Batıda insanın tek değeri; ‘’Ne üretmiş ise, ne tüketmiş ise’’ odur. Kişilere ferman okuyan ekonominin şuursuz, kanunlarıdır. Batı toplumu bu kanunların gereğini yapmakta; çocuğunu çocukluktan çıkar çıkmaz yakalamakta, disipline sokmakta, bu defa ölçüsüz ilerleyişinin icaplarına göre eğitmektedir.
Çocuğun bir ruhu olduğunu düşünmez, onun baskı ile ezilen ruhu ne yapsın, sadece susar… Sonra kin beslemeye başlar. Göklere çıkardıkları ülküleri onları dinlenmeden çalışmaya, alabildiğine tüketmeye zorladığından, çalışır tüketir. Yalancı bir refah dünyasının kısır döngüsünde güya bir refah içindedirlerde onların refahı sahtedir. Bu hallerininin ne kendilerine ve nede bir kimseye faydası olmadığını ancak sonra iş işten geçtiğinde öğreneceklerdir.
Batılının değer yargıları çıkar esaslı olduğu için; kendilerine göre batı, sanki yüz milyonlarca nüfuslu bir şehirdir ve bütün diğer ülkeler bu şehrin banliyösüdur ve banliyösü olan ülkelerin görevleri ise dev şehrin sanayi mamüllerini pahası ile almak ve onlara ucuzca hammadde hazırlamaktır.
Batılıların çağdaşlık diye baştacı ettikleri, ihtiyaç duydukları malların metaların eğlencenin nihayeti bir nevi kokain, LSD, firengidir. Bunların her biri toplumu felce uğratan zehirdir. Asıl önemli olan kendilerini mahveden bu çirkin yaşam standartlarını kötü niyetlerinden ve bile bile; ‘’Bunlar çağdaşlık standardı’’dır, ‘’Modernizm’’ dir diye, bir şekilde batıyı örnek alan ülkelerin masum gençleri arasında yaygınlaşması için canhıraş çalışmalarıdır.
Haçlı ordusu yenildikten sonra, batı kendisini’’Bozgundan bozguna uğratan esrarlı kuvvetin’’ özelliğini keşfetti. Ahde vefayı, civanmertliği, merhameti anladı kavradı da; kendine örnek edinmedi, niyeti kötü olduğundan, aşağıdan aldı onları yenmek, bu özelliklerini tahrib etmek için cenk meydanlarına değil onların zayıf taraflarına nefislerinden giderek; onun vefasını cömertliğini merhametini suistimal etti. Onlara bir şekilde içkiyi edepsizliği rahatı tembelliği önerdi, batıya eğitim için gelen gençleri yoldan çıkardı, sonra devam etti didindi uğraştı, en sonunda zafer kazandı.
Batılılar, doğuda gittikleri ulaştıkları yerlerden bilgi görgü edinmiş, sömürgelerden sağladığı imkanlarla zengin olmuşlardı. Bu süreçte çeşitli milletlerin kültürleri ve bilhassa müslümanların inanç ahlak mantığı karşılaşmışlar ve kendi durumları mukayese ettiklerinde şaşırmış, sarsılmışlardır.
Kendi kültürlerindeki kilise zorbalıkları, engizisyonlar zulümler, mezhep katliamları ve menfaat çatışmaları dolayısı ile zaten dinlerine besledikler inanç ve saygıyı kaybetmişlerdi, bu defa kiliseye karşı çıkmışlar. Ancak bir hamle yapmamış, arada ortada kalmışlar; canını sağlığını hesaba katmadan; kendine zararlı zevkli keyifli eğlenceli yaşamayı tercih etmişlerdir. manevi bir disipline giremediklerinden, bile bile hayatlarını tehlikeye atmışlardır. Bunun tabii neticesi olarak birçokları buhran geçirmiş, ruh ve beden sağlığını kaybetmişler, toplum bütün bunlardan olumsuz etkilenmiştir.
Batılı tanınmış bir ruh hekimi haykırıyor; söylediği şu:
‘’Batı bir kültür sefaletindedir. Toplum zevk ve hareket çılgınlığı yaşıyor, insanlar haysiyetini düşüncesini temelinden yıkan oyun eğlence içindedirler. Sanki onlardan istenilen, onlara tavsiye edilen tek şey; içmek sarhoş olmak eğlenmektir. Televizyon da sinema da, edebiyat da edepsizdir. Artık çoğu kimse iyi ile kötüyü ayıramıyor. Toplum için cinnet ve ahlaksızlık müsbet ilim halindedir. Biz hayatın zekanın ve maddenin infilakı ile karşı karşıyayız.’’
Batılı başka bir yazar: ‘’Sanayimiz teknolojimiz uygarlığımız bize birkaç yıl daha şüpheli zevkler sağlayacak da sonra; kısa sürede değiştirdiğimiz arabalara, bir mevsim giydiğimiz elbiselere, sokağa çöpe attığımız madeni plastik kaplara, her gün yediğimiz ete, doğurmak gebe kalmak hürriyetine, bunların hepsine veda edeceğiz, dahası bu imtiyaz ne kadar çabuk sona ererse, bizim için o kadar hayırlı olacağını’’ söyler.
Batıdan bir diğer yazar da: ‘’Garib felaketler bizi bekliyor, çünkü bu bizim kendi eserimiz; fani olduğumuzu, acı çektiğimizi ve kimimizin kimimize kötülük yaptığını biliyorduk. Yeni bir şeyin daha farkına vardık; şimdi soyumuzun kendini yok ettiğini de öğrendik. İnsanlar yüzlerce asırdan beri yaşıyorlar, ne var ki herkes bir asırdan beri o kadar övündükleri ve kendilerine imtiyaz saydıkları terakki adına hayatlarina destek olan çevreyi ve hayatın kendisini görülmemiş bir hızla harap ediyorlar. Bu tam bir intihardır.’’
‘’Bu bir beyaz tehlikedir, çok kimse felaketin farkında değil; kirlenen deniz, kısırlaşan toprak, zehirlenen hava, çatlayan sosyal doku, ezilen güçsüz ve yok edilen kabile… Bunları gören toplum; yine bütün bunlara rağmen; ‘’Gayri safi milli hasıla‘’ artıyor diye seviniyor, bir takım budalalarla beraber bayram ediyorlar. Ekseriyetin hiçbir şeyden haberi yok.’’ der. Ümitsizdir…
Bir başka yazar da kaygılıdır, batılıya tavsiyesi var; ‘’Bir kısım tekniklerin melekelerin fikirlerin, sirayet yolu ile ülkeden ülkeye yayılmalarını bir tarafa bırakın, mühim olan ülkeden ülkeye geçen inanç dalgalarıdır; ötesi teferruattır’’ der ilave eder; ‘’Devletlerle uğraşmanın ne alemi var, ekonomi ve teknikle vakit kaybetmek de abestir. Mühim olan inançla ilgili sonuçlardır, zira din insanlığın en ciddi uğraşı, değişmeyen de insan mizacının manevi yapısı’’ olduğunu söyler ve kiliseye seslenir, yardım bekler, göreve davet eder, batıyı bu buhrandan çıkarmasını ister.
Picasso, İsmet Gülnihal’in hattatlarla ilgili kitabında anlatılır: Ressam Hasan Kavruk, çıktığı avrupa gezilerinin birinde , meşhur ispanyol ressam Picasso’nun Paris’teki atölyesine uğrayıp, izin verirse atölyesinde çalışarak çok şeyler öğrenmek istediğini belirtir. Bunun üzerine Picasso: ‘’Sen Türksün değil mi?’’ der. Sonra da oldukça ibretli bir şekilde: “Biz bugün sanatta, sizin eski hattatlarınızın yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Sen hemen memleketine dön ve kendi hat sanatını incele.” der.
O batı sanatının geldiği bu noktada, ulvi eserlere yöneldiğini, konu sanat ise onu geliştirmenin bu yönde olmasını tavsiye eder.
Nihayet Cat Stevens; Yunan asıllı ingiliz şarkı yazarı ve müzisyen. 60 milyondan fazla albüm satmış, hatırı sayılır bir servet elde etmiş, ancak kendisi ile yapılan röportajlarda anlattığına göre; içinde bulunduğu uygar topluma, yaşadığı ekstra hayata ve her şeye rağmen ruhi bir boşluk içindedir, ismi şanı şöhreti tüm dünyada büyürken O arayışlarını sürdürmektedir. Dinlerle ilgileniyor, tüm eğilimleri yönelmeleri araştırıyor. Hatta uyuşturucuyu da deniyor, hiçbiri içindeki soruların cevabını vermiyor, sadece kendindeki boşluğu büyütüyor.
Pek çok manevi ruhi yollardan geçiyor, ne yazık ki hiç biri kendisini tatmin etmiyor, yönü olmayan kayık gibi ortada kalıyor. Vaktaki Kardeşi David’i Kudüs’te bir camide gördüğünde; kendisine ‘’İçimi rahatlattı.’’ diyerek verdiği Kur’anı Kerimi ‘’sanki bakalım içimi rahatlatacak mı?’’ diyerek okumaya başlıyor. Zaten arayış içindedir, okudukça kendisini o öyle bürüyor ki; sanki o kendisi için var edilmiş, kendisi de onu okumak için yaratılmış. Bir buçuk yıl durmadan onu okuyor. Bütün kelimeleri garip bir şekilde kendine yakın buluyor, içini erime duygusu kaplıyor. Artık islamiyeti tanımıştır, okyanusu bulmuş ırmak gibidir.
1976 da Atlantik’te denizin yüzme için müsait olmadığı bir günde denize girer yüzmeye başlar, bir süre sonra kıyıdan uzaklaştığını dalgaların büyüdüğünü ve kendisini enginlere götürmekte olduğunu anlar, yorulmuştur boğulma derecesine gelmek üzeredir, durumunu anlar hemen Allah’a dua eder. Akabinde kendisini bir şekilde kıyıda bulur, kurtulur.
Ruh hali değişmiştir müslüman olur.Yusuf İslam adını alır. Müslümanlığına güzelce başlar. O yıllarca duruşu ile yaptıkları ile, hem müslümanın hem gayri müslimin kalplerine gönüllerine dokunmayı da başarır . İngiltere’de Cambridge’de müslümanların inşa ettiği camiye önemli katkıda bulunur, islama müslümanlara verdiği değeri her zaman öne çıkarır.
Batılı bazı gezginler düşünürler için; doğu güneşli çiçekli ufukları ile tanınan bir mukaddes yerdir. Şark toplumunun herşeyini kadınlarının örtünmelerine kadar pek çok özelliğini takdirde ederler. Şarktaki dindarlara gıpta edenleri, doğru düşünenleri çoktur. Ancak bu özelliklerin kaynağını araştırmak hiç akıllarına gelmez. Bir yöne meyletmiş, tanımış, bir yol ayrımına gelmişken bir adım daha ileriye gidemez, bunların ilahi sınırların temelinden kaynaklanan yansımalar olduğunu anlayamaz, bilemez ve düşünemezler.
Batılı doğulu olsun herkes, nihayet bir insandır, idrakı insafı vicdanı vardır. Alim cahil kim olursa olsun; ahlakın namusun iffetin iyiliğin pek kıymetli övülmeye şayan bir değer olduğunu bilir. Bununla beraber insanların önemli kesimi gerçeği bildikleri halde yaptıklarına ettiklerine söylediklerine; ahlakla ilgili kuralları ölçü kabul etmezler ve ihmal ederler, sonunda bunun bir vebali olacağını da hesap edemezler.
Batılı şimdi refah içindedir, karnı toktur, belki mesken sıkıntısı, işsizlik sorunu yoktur, bol para kazanmaktadır. Ancak ruhen boş ve kupkurudur. Onlara islamın insanlığa sunduğu hayat hazineleri usulü ile ulaştırılsa anlatılırsa ilgilenirler. İslam her şeyden önce inanç ibadet ve ahlak sistemidir. Gerçek bir dindir, eğer bunu kendimize veya başkalarına öğretmek istiyorsak, uzun kısa yolları bırakıp kendi metotlarımızı; ehli sünnetin önderlerinin usulünü örnek almalıyız.
Yakın geçmişte batıya giden aydınlarımız onlara örnek olamamışlar. Osmanlı onları öğrenci olarak avrupa’ya gönderdiğinde; şahsiyetlerini muhafaza edememişler, mütevazi olmuşlar, batılılar alınmasın diye namus iffet hazinelerini gizlemeye çalışmışlar, sonra manevi zenginliklerini unutmuşlar, daha sonra batının putlarını takdis etmişler, beğenmiş benimsemiş onlara hayran olmuşlar şaşırmışlar ve papağanlaşmışlar.
Batıyı örnek alanların, batı kültürü ile sürekli haşır neşir olanların; şaşırmaması bunalmaması, korktuklarına kapılmaması, haysiyetlerinin kaybolup gitmemesi mümkün değildir. Tedbirsiz kişiler batının kültür girdabına dayanamazlar.
Ülkemizde uzun yıllar önemli görevlerde bulunmuş, toplumumuzu yakından takip etmiş bir batılının ayrılışında bizden bir arkadaşına söylediği şunlar:
Sizde batı toplumunun lügatında olmayan deyimler var. Gurbete, askere gidecekler ziyaret edilir, ‘’Allah kavuştursun.’’ denilir; hasta ziyareti sadece yakın akrabaya değil komşu, hemşeri, arkadaş vesaireye de yapılır; ‘’geçmiş olsun.’’ denilir. Sizde misafirlik hala yaşamaktadır, misafir gelir kalır yer içer gider karşılık düşünülmez.
Sizde ana baba çocuk ilişkileri hala sağlamdır. Gerçi batıda ve diğer yerlerde ana baba ve çocuk arasında olumlu ilişkiler vardır, ancak Türkiye’de yaşanan derecesine başka bir yerde rastlanmaz. Sizde anneler çocukları için çok fedakarlık yaparlar. Sizde kadınlar genç yaşında eşlerini kaybetseler bile çocukları için yaşamaya başlar, onlar için ne eder eder, ‘’saçını süpürge eder’’ büyütür adam ederler.
Komşuluk münasebetleri sizde yakın akraba gibi algılanır. Komşular günün her saatinde kapısı çalınacak, ihtiyaç istenecek, telefon açılacak kimseler olarak düşünülür. Komşu hasta olsa yoklanır, ilgilenilir yardım edilir. Vefatları halinde evine namazına mezarına koşulur, evlerine yemek taşınır, acısı paylaşılır.
Sizin çok önemli özelliğiniz büyüklerinize itibar etmenizdir. Sizde ihtiyarların yaşlandıkça itibarı artar. Batılı toplumlarda yaşlananlarda başlayan panik sizde yok. Çünkü orada yaşlılar gençlerden saygı, yakınlık, yardım görmezler. Çocukları onları aramaz ancak devletin sağladığı haklarla kendilerine kurumlarda yer bulabilirler. Toplumdan kopuk bir köşede yalnızlık hastalığına duçar oldukları halde kendi başına bırakılırlar.
Netice itibari ile sizde gizli örtülü, sessiz sedasız işleyen bir güvenlik sistemi var. Bu sistem ile insanlara zekattan sadakaya, iyilikten yardıma kadar gönüllü bir destek dayanışma sürüyor. Halbuki batıda büyük maddi külfetlere, vakıflara ve kanunlara rağmen hala sosyal güvenlik sistemi tam olarak oturtulamamıştır. Bu güzelliklerinizi siz fark edin. Tavizsiz biçimde korumaya bakın.
Bunlar vaktiyle uzun süre yurdumuzda görev yapmış batılının tespitleri ve tavsiye ediyor; ‘’önemli özelliklerinizi fark edin kaybetmeyin’’ diyor da; artık biz her şeyi bilmemize rağmen nedense halen batıyı örnek almaya devam etmekte ve toplumumuzda batıya eğilim süreci maalesef artarak sürmekte olduğundan, batılının bile takdir ettiği özelliklerimiz aşınmaya devam etmektedir.
Batılıların kendilerini sadece bir beden saymasının ağır bedelini; yeni nesilleri çok acı bir şekilde ödüyorlar. Özellikle gençler maddeci, bencil bir anlayışın ağırlığı altında eziliyorlar. Kaybedilen manevi, ruhi, ulvi değerler sebebiyle toplumları sarsılıyor, aile yapısı çöküyor. Batıda sevgi saygı şefkat feragat fedakarlık duyguları ya tamamen unutulmuştur ya da artık aptallara mahsus özellikler olarak kabul edilmektedir.
Hani batı kuzey yarım kürede bir kısmı kutba yakın değişik bir iklimi var, soğuk ve nemli, sisli, puslu, maddi manevi sıcaklığı yok. Samimiyeti tanıyan. sıcaklık yakınlık ve sevgi ortamında yaşayanlar için batının çekici bir tarafı yok.
Batılıda huzursuz; bazan arada sırada derin bir uykudan uyanır gibi olur. ağrısı sızısı derdi aklına gelirse ne yapsın, kendisini rastgele tedaviye kalkar. Yaralarını sarmak ister, ancak daima gecikmiştir ve daima dağınık bir tedavi uygulayabilir. Çünkü onlarda kutsallarına dokunacak diye bazı tedbir ve tedavi peşinen yasaktır. Batı sinir hastalarının, çaresizlerin dilsizlerin toplumudur. Yaşadıkları yer ise şehir değil çöldür, onların bir araya gelmeleri için hiç birşey düşünülmemiş, herkes soyutlanmış , kalabalıkların içinde tek başına yapayalnız bırakılmışlardır.
Batılının halini kimileri: ‘’kapana tutulan farenin telaşına’’ benzetmişlerdir. Orada ilim haysiyetini kaybettiğinden. Ahlaktan söz etmeye kimsenin hakkı yoktur, idealizmin ölesiye yaralıdır, gerçekçilik ve realizm deyince akla sayısız günahlar ve sayısız cinayetler gelir batı nevi şahsına münhasır toplumdur demişlerdir. Batıda hem hırs suçlu hem feragat suçludur. Toplum bir bakıma düzenli görünmesine rağmen; aksayan yönleri ile çöken tarafları olduğundan, dört başı mamur huzurlu bir hayat yaşamadığından örnek alınacak, gıpta edilecek, özenilecek, beğenilecek özellikleri giderek azalmaktadır.
Batılı bu toplumun içinde, kendi durumunu idrak ediyor da, yapacağı fazla bir şeyde yok, onlar için sadece iki kaçış var: Onlarda onu yapıyor ve kaçıyorlar;
Birincisi pasif kaçış; bu kaçış kolaya, benliğe, televizyona, teknolojiye kaçıştır. Ancak bu onların hayatını zenginleştirmez. Yaşayamadıkları hayatın sahtesini sunar, perişan eder. İkinci kaçış ise tehlikeli bir kaçıştır. Bu kaçış gençlerin kaçışıdır; onlar edepsizlik endüstrisine kaçarlar, özelliklerini, şahsiyetlerini, kabiliyetlerini nesi varsa pespayeleştirirler ve kendilerini tabiattan koparırlar. Artık sonunda herşey onlar için bir sığınak olmaktan çıkmıştır.
Bizden batıya giden orada uzun süre görev yapan uzmanların izlenimlerine göre: Batıda açık saçık dolaşmakta olan kadınlar bile, kendilerine çevrilen dikkat ve nazardan sıkılarak “Bu alçaklar bizi gözaltına alıyor’’ diye polise şikayette bulunmaktadır. Oralarda taciz sürüp gitmektedir, kendileri de bunlardan rahatsızdır. Eğer çok sıkı polis ve kanun korkusu olmasa, bu olumsuz düşüşün doğurduğu ruh sefaleti onları manevi tufana sürükleyebilir.
Batı zaten her alanda pek çok olumsuz işaretler vermektedir. Başkalarının alın teri, acizlerin yeri yurdu, gelişmemiş ülkelerin doğal kaynaklarının üzerine haksız olarak kurdukları ekonomileri sarsılmaya devam etmektedir. Kim ne kadar uğraşırlarsa uğraşsın; zulümle bozgunculukla kinle ve kul hakkını hiçe sayarak kurdukları ekonomilerin çöküntüsü kaçınılmazdır. Aslı esası sağlam olmayan kültürün medeniyetin uzun ömürlü ve evrensel olması mümkün değildir.
Batılılar kendi değer yargıları ve kültürlerinin iflas ettiğini anlamalarına rağmen, yinede bir zoraki gayret içindedirler; kendilerinin yiyip içip sarhoş olmaya, oyun eğlenceye ve israfa dayalı hayat tarzlarını ve tutarsız kültürlerini; inadına başkalarına benimsetmeye çalışmaktadırlar. Bir batılı şairin terennümü ilgi çekicidir:
“Batı fazilete düşmandır, cinayetin suç ortağıdır. Burada ilim yıkıcılığın emrindedir. İdealizm yalancıdır, realizm hayasızdır.“ der ve, ‘’Belki her şeyi kaybetmedik ancak her şeyin kaybedileceğini en nihayet anladıklarını’’ ilave eder.
Batılı düşünürler; durumlarını bilirler anlarlarda ne yapsınlar, onlarda kendileri için çöküş tablosu çizerler. Yönetici azınlığın aktif gücü kaybolduğundan, onların kalabalıkları tutarlı bir yola getiremediklerinden yakınır; bir olumsuzluğun başlarına gelebileceğini tahmin ederler. Bu durumun kendilerini ölüm döşeğine sürükleyeceğini de bilirler; fakat bir türlü ölüme katlanamaz, yok olmayı kabul etmek istemezler.
Alkolün, uyuşturucunun, çılgınlıkların, edepsizliklerin akıbetini düşünen aklı başında batılılar feryad ediyorlar; ‘’Toplum bir gayesizlik, hedefsizlik krizi içindedir, biz bunun farkındayız, ancak musibetin boyutu bizi korkutuyor, yapacak fazla bir şeyimizin olmadığını da görüyoruz, burada birlik bütünlük söz konusu da; özümüzü derinliğimizi, her cephedeki bütünlük altyapısını zayıflattık, bugün bir şekilde bütünlük imkanı düşünmemiz lazım.’’ diye çare arıyorlar.
Batının kültürü kendilerine problem oldu. Bizim içinde kültür; yakın zamanlara kadar maarif iken, batı uygarlığını yurdumuza cömertçe taşımamız sebebiyle, kültürden ne anlayacağımızı bizde şaşırdık. Batıdan gelenler, kültür değil, irfan değil, maarif değil, medeniyet değil de; peki nedir bu denilince; ona uygarlık adını koydular.
Anadolu halkı batı uygarlığını hiçbir zaman benimsememiştir. Batıdan gelen her mefhumu şüphe ile karşılamış; mahşeri vicdanı dile getiren Mehmet Akif merhum batıyı; ‘’Tek dişi kalmış canavar’’ olarak ifade etmiştir. Halkın şuurundaki batının çağrışımı ise; sefahettir, zevk ve eğlenceye yasak şeylere düşkünlüktür, akılsızlık edip lüzumsuz yere sonunu düşünmeden nefsine uymaktır, edepsizliktir, bütün bu yaptıkları aşırılıklar onları şımarık bir toplum haline getirmiştir.
Bizden olup da bugün batılının yaşayışını, hayatını, bir kısım ağırlığı olmayan bilgilerini, giyim kuşamını görüp beğenerek taklide davrananlar ve onların yaşayışını üstün görenler, onların durumunu düşüncesini idrak edemeyenler, bir tür cehalet içinde olanlardır.
Bizim ahlakımızın temeli, manevi gücümüzün kaynağı imanımızdır. Bu hem tarihi bir vakıa ve inkarı imkansız bir gerçektir, hem de sağduyunun aklıselimin ilmin ve inancın sonucudur. İtikadımız herşeyden önce ilahi bir esastan kaynaklanmaktadır. Asli hüviyetini ve saflığını aynen muhafaza etmektedir.
İtikadımız kişinin; ruhunu bedenini maddesini manasını dünyasını ve ahiretini bir bütün olarak ele almaktadır. İnsanın hiçbir cephesini ihmal etmemektedir. Onun hiçbir ihtiyacını karşılıksız cevapsız bırakmamaktadır. Kişinin sağlığını, neslini, selametini ve bekasını ele almakta, İnsana İzzet ve şeref tanımaktadır. Haklarını ve vazifelerini bildirmekte, ahlaki kurallar koymakta, gönüle hitap ederek iyiliği güzelliği tavsiye ve telkin etmektedir. Sevdirerek yönünü yolunu bulmasını sağlamaktadır.
Geçmişte olduğu gibi bugün dahi şarklı garplı, asyalı afrikalı, avrupalı amerikalı aydınlar, düşünürler, bilim adamları, araştırıcılar ve aklı selim sahibi nice kimseler; islamı incelemekte, onun pak inancına , yüksek ahlak sistemine hayran kalmakta müslüman olmaktadır, onu savunmakta, ona itibar etmektedirler. ***
Biz inanıyoruz da ülkemizde batının uygarlığını anlamayanlar çok, artık bizdede her köşede tekel bayileri ve tüketim istatiklerine göre içki tüketimi artıyor, oyun eğlence tercih ediliyor. Batının bir bakıma kendileri için şikayetçi olduğu durum yurdumuzda yetişkini genci harap ediyor. Maalesef görünen o ki bugün galiba bizde onlardan farklı değiliz, hani şu kadar yıldan beri onları örnek alıyoruz onları izliyoruz ve özelliklerimizi manevi değerlerimizi birer ikişer unutuyoruz, bu durum hepimizi üzüyor. Aklımızı başımıza almamız lazım, daha dikkatli olmamız gerekiyor.
Kim kötülüğü emreden nefsine uyar, canının istediğinde kendine zararlı olanı bile ihtiyaç edinir, lüksü gösterişi tercih eder, onu nereye sürükleyeceği belli olan ihtiyaçlarının ardı arkası kesilmeyeceğini bilmezse, onun ızdırabı hiç bitmez.
Kim maddi temizliği bilir bedenini temizler süsler, iç temizliğini kalb gönül temizliğini bilmez, temizliğe iyi niyetle besmeleyle başlamaz ise onun temizliği eksiktir.
Kim kendisinin başıboş bırakılacağını sanır, itikadın inancın sınırlarını bilmez, yaptıklarından sorumlumlu olacağını aklına getimezse aldanır. Valinin halkından, memurun görevinden, işçinin işinden, babanın ailesinden, ananın evinden çocuğundan sorumlu olduğunu bilmesi gerekir. Kim kul hakkının önemini anlamazsa, hakkı geçene hakkını ödemez helal ettirmezse, manevi sınırları çiğnerse kendisine zulüm etmiş olur.
Kim nikah nimetinin şükrü eda edilemeyecek büyük bir nimet olduğunu bilmezse, nikah da aldım vardım derken, boşadım derken işin ciddiyetini idrak etmezse, nikahı mahremiyeti boşanma kurallarını hafife alırsa, helalı helal, haramı haram kabul etmezse, evlilik muaşeret kurallarına uymazsa, dünyasını ahiretini kaybeder.
Erkek kadın olsun kim tesettür konusunda kurallara uyar sakınır korunursa iffetli kalır, yolu açılır. Kim inancı olduğu halde etraftaki açık saçık giyinenleri görerek, onlara uyarak örtüsüz tedbirsiz dışarı çıkarsa, onun hürriyetini vakarını izzetini iffetini koruması mümkün değildir.
Kim kendisine emanet edilen, nimeti imkanı ölçüsüz kullanırsa israf etmiş olur. İsraf nimetin sahibine karşı saygısızlıktır, israf haramdır. İsraf kapsamlı bir kavramdır, akıl nimetini imanla hikmetle kullanmamak en büyük israftır. Kısacık ömrümüzü dünyaya ahirete faydalı olmayan boş meşguliyetlerle heba etmek zaman israfıdır.
Zararlı alışkanlıklar ile ihmal ile; zihnin bedenin tehlikeye atılması sağlığın israfıdır. İlmimizi tecrübemizi insanlığın hayrına kullanmamak bilgi israfıdır. Yaratıldığımız beslendiğimiz toprağı, hayat kaynağımız suyu, her nefesimizde muhtaç olduğumuz havayı kirletmek tabiat israfıdır.
Özetle; bunlar dünyanın ahiretin geçerli kurallarındandır. Batıda batılılar geçerli kuralları aramadıkları bilmedikleri için inanç noktasında ciddi olamıyor bilerek bilmeyerek ihmal ediyorlar ve biz onları bir uzun süre örnek alarak bugünlere geldiğimizden, artık bizim batı ile pek farkımızda kalmadı gibi…
Bu hususta kusurlu hatalı yer yer günahkar olduğumuzu da biliyoruz. Ancak bizim sahibimiz var. Biz ona inanıyoruz. Emirlerini tutuyoruz, yasaklarından kaçıyoruz. sabah akşam beş vakit dua ediyoruz, günahlarımıza tövbe ediyoruz.
O güç ve kuvvet sahibi kullarının kusurlarına bakmıyor, bize yardım ediyor. Biz O’na İnanç noktasında samimi olmaya çalışıyoruz. O’nun rızasını hoşnutluğunu arıyoruz. Başımıza musibet geldiğinde O’na yalvarıyoruz yakarıyoruz.
Gücümüzü aşan büyük bir musibet gördüğümüzde çaresi için derde düşersek hepimiz, hatalı suçlu olduğumuz halde O’na yöneliyoruz, çare istiyoruz da; belkide içimizden günaha hataya bulaşmamış biride el açmıştır, istenecek yerden yardım istemiştir. Dualar sebebiyle, Allah hepimizin yolunu açıverir selamete çıkarız.
Dikkatli olmamız lazım; yumuşak huylu, güzel ahlaklı, nazik, hoşgörülü, sabırlı, hayalı ve mütevazi olmaya çalışalım.
Kayıtsız kalmanın, ağırına almanın, neme lazımın lüzumu yok, ancak sorumluluğu var.
Bilelim. Unutmayalım…