Nimet
Hatırlıyorum. Eskiden biz memlekette ekmeği nimet bilirdik. Ekmeğin bir adı da nimetti. Sofrada ekmek ufakları toplanırdı. Sokakta ekmek yenmezdi. Yerdeki ekmek bizi heyecanlandırdı. Ekmek çarpar diye korkardık. Hemen tozu toprağı üfürülür, kurt kuş yesin için emniyetli bir yere bırakılırdı. Ekmeğe saygı göstermeyenler kınanırlardı.
Nimetin sözlük manası; Türk Dil Kurumu’nun Sözlüğünde nimet; iyilik, lütuf, ihsan, iyi yaşamak için gerekli herşey. Yiyecek içecek özellikli ekmek; sözlükten bir şiir:
Desem ki sen benim için hava kadar lazım;
Ekmek kadar mübarek
Su gibi aziz bir şeysin.
Nimetsin, nimettensin. (C.S. Tarancı)
Sözlükte nimetin karşılıklarına devam ediliyor.
Osmanlı lügatında ise nimetin manası: iyilik, lütuf, ihsan, saadet, hidayettir. Nimetler keremli olan nimet sahibinin taahhüdü altındadır. Bizim işimiz ise O’nun ihsan sofrasından yiyip içmek hamdetmek ve şükretmektir.
Şükürde bir zahmet yoktur. Bilakis nimetin lezzetini artırır. Çünkü şükür; nimeti vereni görmek demektir. Nimet vereni görmek ise nimetin zevalinden hasıl olan elemi def eder. Zira nimet zail olduğunda asıl nimeti veren onun yerini boş bırakmaz, misli ile doldurur ve şükreden de nimetin yenilenmesinden lezzet duyar.
Demek ki; nimet hayat için gerekli olan maddi ve manevi bütün güzel şeylerdir ve hepsi de Allah’tandır.Nimetin sahibi Allah’tır.
O Rahman’dır; rahmeti ile bütün yaratılmışları kucaklayan, hepsine nimetler lütfedendir.
O Rahim’dir; çok merhamet eden, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek sureti ile mükafatlandırandır.
O Vehhab’dır; bağışı çok olan, karşılıksız veren, nimetlerinin ardı arkası kesilmeyen, mümin ya da kâfir ayrımı yapmadan bütün yarattıklarına nimetlerini yağdırandır.
O Rezzak’tır; yarattıklarının bütün rızıklarını veren, ruh ve bedenlerinin ihtiyacı olan her şeyi yaratan, faydalanacakları şeyleri ihsan edendir.
O Mukit’tir; yaşamak için gerekli olan her şeyi yaratan, her yaratılmışın azığını tayin eden, bedenlerin ve ruhların açlığını giderendir.
O Kerim’dir; keremi yardımı, nimeti, ikramı sonsuz olandır, hiçbir karşılık beklemeden cömertçe verendir.
Allah göklerde ne varsa yerde ne varsa hepsini lütfundan fazlından bizim istifademize vermiştir. Üzerimizde nimet olarak her ne varsa hepsi O’nundur.
O az isteyene az verir, çok isteyene çok verir. İstemeyene de verir. Hani insan anasından doğar; kendisini aciz bir bebek olarak bu dünyada bulur. Her an türlü nimetlere ihtiyacı vardır da; anası babası kimi varsa onu besler büyütür. zamanla ihtiyaçları da artar gider. Büyüdükçe yol iz tanır öğrenir. Ergenlikle beraber, mükellef olur, mesuliyet yüklenir.
İnsanın bu varlık aleminde yeri, değeri pek yücedir. Tepesinden üzerine rahmet yağar, bastığı yerden nimetler fışkırır. Gece gündüz, yerle gök arasında ne varsa ona hizmet eder. Allah-ü Teala geniş rahmetinin icabı olarak ona islam nimetini lütfetmiş, doğru yolu göstermiştir.
İslam’ın sağlam inancına sarılanlar kalben rahattırlar. Ebedi saadete namzettirler. Fani varlığın yok olması kendilerini endişeye düşürmez. Dünyada, ahirette Yaradan’ın kendilerini koruyacağından emindirler. Bir sıkıntı değdiğinde dokunduğunda yalnız O’na sığınırlar da, O dilerse dertlerine deva olur, şifasını veya sabrını veriverir. Zaten bu dünya hayatı bir imtihandır ölümlü dünyadır, ahiretin ekin tarlasıdır, burada tam bir mutluluk huzur bahtiyarlık olmaz.
Allah’ın nimetlerini saymak isteseniz sayamazsınız. Kimsenin de sayması mümkün değildir. Nimetler sayılamaz da bilinmesi, öğrenilmesi de gerekir. Evvela bize önemli bir nimet hatırlatılır: “Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber’e salat eder, övgü ve iltifat ile anarlar. Ey iman edenler siz de O’na salavat getirin, selam edin” (Ahzap 56)
Peygamber efendimizi seviyoruz da, artık bu ayetle efendimizi sevmek üzerimize vacip olmuştur. Çünkü nimetin en büyüğü ile bizi tanıştıran O’dur. Bu nimet İslam nimetidir ve bütün nimetler onun sayesinde elde edilir, hak hakikat doğru yol istikamet saadet onunla kolaylıkla bulunur.
Hamd; Adem’i ve ışıklar yayan yıldızları yaratan, gökleri ve rahmet yağdıran bulutları bedii bir düzende var eden Allah’a mahsusdur. O peygamberimizi ve O’nun ashabını koruyup kolladı, doğan yükselen yıldızlar gibi yüceltti de bu sebeple sinelerdeki gönüllere hayat verdi.
Salat ve selam rahmetlerin yağdığı ve gözlerin yaş döktüğü sürece, nur kaynaklarını membaı Efendimize ve O’nun âline, ashabına olsun.
Yarabbi Peygamberimizi anmak ve O’nun kadrini layıkı ile yükseltmek için kulun Resulun Hazreti Muhammed üzerine salatü selam getiriyoruz, devamını lütuf ve kereminle nasib et. Kalbimizdeki gaflet perdesini kaldır, bize salavatımızı ve selamımızı sürdürme iradesi ver.
İbadet; Allah’a kulluk etmek büyük nimetlerdendir.İnsanın cehaleti ne kadar büyük olursa olsun affedilebilir; ancak kendi varliğının sırrı, yaratılışı, gayesi, buradaki görevi ve kişiliği ile ilgili bilgisizliği affedilir bir hata değildir. Kendisine akıl ve irade verilen insanın düşünmeden kendi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan yiyip içerek gafil bir şekilde, ibadet kulluk yapmadan yaşaması ve ansızın ölümle karşılaşması büyük bir utanç vesilesidir.
İmtihan yeri olan bu dünya hayatında; hiçbirşey kendi başına buyruk değildir. Göz görür, kulak duyar, beynimiz kalbimiz görevini yapar. Bizde; altımızda dönen dünyamızdan başımızın üstündeki engin göklere kadar her şeye ibret nazarı ile bakmak; yaratılmışları hikmetini inceliklerini derin derin düşünmek ve,yüce yaratıcımıza canı gönülden ibadet etmekle görevliyiz. İşimiz gücümüz sadece yiyip içmekten ibaret değildir.
Bizim manevi değerlerimiz islamın yüksek kurallarıdır. Bu kuralların başında inanmak itaat etmek gelmektedir. İbadet ise ruhların kalplerin ihtiyacının karşılanması için bulunmaz bir nimettir. İnsanın en şerefli, en aziz ve en kıymetli vakitleri, Allahü Teala Hazretleri ile birlikte bulunduğu ibadet vakitleridir ki huzura kavuşturan, gönlü kalbi tatmin eden tam bir nimettir.
Allah’a ve O’na ibadet etmeye olan ihtiyaç; insan fıtratının derinliklerinden gelen ve varlığı ile iç içe bulunan asil bir ihtiyaçtır. bu ihtiyacın karşılanması dünya ahiret nimetlerini artırmaktadır. Sağlam bir toplum için de yine ibadet kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Kainatın ve dolayısı ile insanların yaratılışının hikmeti ve gayesi, onların Allah’a ibadet etmeleridir.
Allah’ın; kulların kendisine ibadet etmesine bir ihtiyacı yoktur. Herkesin yemesi, içmesi ve nefes alması kendi yararına olduğu gibi ibadet etmesi de kendi yararınadır. Asıl olan ibadetin şekli değil ruhudur; ibadeti bilmeye değil anlamaya yönelmek esastır. İbadet ruhla kalple gönülle ilgili bir keyfiyettir; maddi manevi nimetleri kendisine celbeder. İhlas ile yapılan ibadet sadece emredildiği için usulüne uygun yapılanıdır. Başka bir şey için fayda veya gösteriş için yapılanlar ise batıldır.
İbadetin faydası sadece kullaradır… Irkı, rengi, dili, makamı, serveti, rütbesi, yetkisi ne olursa olsun, hangi çağda yaşarsa yaşasın; her kul Allah’a ibadet etmek için yaratılmıştır. İbadet; inancın kurallarını yerine getirmektir, karşılığında ise sevap vardır. Namaz, oruç, hac, zekat, cihat gibi hususlar ibadettendir. Bunları emredildiği gibi kurallarına göre yerine getirmek lazımdır. Allah’ın yasaklarından kaçınmak da ibadettir ve karşılığında dünya ahiret nimetlerini kazandıracak sevaplar vardır. İbadette ihmal tembellik üşenme müslümana yakışan bir şey değildir.
İbadet; Allah’ın bunca nimetlerine yardımlarına şükür olmak üzere, kalben ve bedenen teslim olup emirlerine uygun olarak yapılır. İbadet Allah’ın rızasını kazanmaya ve O’na kulluğunu göstermeye bir vesiledir. Müslüman ancak Allah’a ibadet eder ve O’ndan yardım ister.
İbadetle; dergah-ı ilahide kul kendi kusurunu, acizliğini, fakirliğini görür, Rahmet-i İlahiyenin önünde secde eder, yere kapanır itaatini bildirir. Allah nasıl ki nimetler yağdırıp; kullarından ibadeti itaati isterse; onların istiğfar etmesini, af dilemesini temizlenmesini de ister. Kullarda arınmış olarak: bir “Subhanallah” dediğinde: Rabbının; batıldan münezzeh mualla kainatın bütün kusurlarından ari ve mukaddes olduğunu ilan eder.
İbadetten sonra bir diğer nimet “haya” dır ki, bir nimet-i uzmadır. En büyük nimetlerdendir. Utanmak; ar, namus manalarına gelir. Haya insanın en değerli özelliklerindendir. Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde; “Hayası olmayanın imanı olmaz” buyurmuştur.
İnsan dünyada hayası, arı ve namusu ile tanınır. Utanmak bilmeyenler hem kendilerine, hem cemiyete zararlı olurlar. Kimsenin görmediği bir yerde bile Allah’tan utanıp, haya eden kimse günah da işlemez.
Haya özel, fıtri bir duygudur. Her insanın tabiatında haya duygusu vardır. Çocukların, yabancıları gördüklerinde utanmaları, sıkılmaları; yetişkinlerin çirkin sözlerden, ahlaksız davranışlardan yüzlerinin kızarması haya duygusundandır. Bu özellik fıtratlarına bağlı kaldıklarının bir kanıtıdır.
Haya imanın bir şubesidir. İman zincirinin en değerli halkalarından biridir. Haya ile iman birlikte bulunur. Birinin olmadığı yerde, diğeri de olmaz. Haya on kısımdır, dokuzu kadınlara birisi erkeklere verilmiştir. Aile yapısının ve toplumsal düzenin korunması ile ilgili olarak hayadan kadınlara daha büyük hisse verildiği ifade edilmektedir. Ahir zamanda ümmetten ilk kaldırılacak nimetin de haya ve emanet olduğu bildirilmektedir.
Hayanın bulunmadığı yerde iman nasıl barınsın! Peygamber Efendimizin bir hadisi şerifinde de “İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz” buyurmuştur..Beyinlerinin ar damarını çatlatıp, fıtratlarındaki bu güzel duyguyu yitirenler; çirkin günahları açıkça işlemekten çekinmezler. Üstelik nedense dinsiz, dengesiz ve ahlak dışı davranışların yaygınlaşması içinde çalışırlar. Hayasızlık insanları hayvanların derecesine düşürür. Bunlara dünyada ve ahirette çok acı bir azap vardır.Hülasa bizi yaradan yüce rabbimize karşı kulluk vazifemizi yerine getirmemiz haya ile edep ile O’nun emirleri ile hareket etmemiz gerekmektedir.
Dünyanın kendisi de bir nimettir. Bu dünyada yeme, içme, giyinme, barınma vs gibi ihtiyaçlar vardır. . Bunların karşılanması da çalışmaya bağlıdır. Hani ihtiyaçlarımız için koşuyoruz gayret gösteriyoruz diye Mevlayı unutmak, O’nun emirlerini göz ardı etmek olacak şey değildir. İşte biz inancımızın kuralları ile irtibatımızı sürdürdüğümüz zaman artık dünya bize zarar vermez, kul ahiretini dünyasında kazanacağından, herkes için bir ömür boyu yaşayacağı bu dünya hayatı önemli bir nimettir.
Bize tavsiye edilen şu; dünyanın cilvelerine aldanıp da o güzel ahireti kaçırmak asla caiz değildir. Öyleyse biz kalbimizi bütün kötü şeylerden boşaltalım, ahlaki hamîdeler ile doldurmaya bakalım. Bedenin; nefsin gıdası fazla olursa bu zararlı olabilir. Ruhun, gönlün gıdası ise ne kadar çok olursa o kadar faydalıdır. Kim nefsini ve Rab’bını iyice bilir tanırsa; O’nun yolunda gayretli olursa; iki cihanda tükenmez nimetlere ve devletlere nail olur.
Ehlüllah demişlerdir ki; dünya sevgisi kulu mevlasından ayırır ve ibadet ve huzurdan men eder. Zira nefis ve kalp bir aradadır. Biri bir şeyle meşgul olunca diğerinin ondan mahrum kalması tabiidir. Halbuki dünya ve ahiret terazi misalidir. Kul birisine meylederse diğerinden uzaklaşmaktedır.
İnsanlar arasında karışmayıp, yalnız kalmanın faydaları çok olsa da zararları da vardır. Sabrın en büyüğü ise insanlardan gelen musibetlere, ezalara sabretmektedir. İşte bu tür sabrı bilenler; halkın ezasına incitmelerine sabrederler nimet üzerine nimetler elde ederler. Sabır ise; dünyanın elem ve belalarından şikayet etmemektir. Sabırlılar büyük nimetler bulurlar. Sabırlının başı selamettedir. Sabır bir mübarek şerbettir ki; afiyet sebebidir
Üç şey vardır ki kul onlarla dünya ve ahiret nimetlerine nail olur. Bunlar belaya sabır, kazaya rıza, bollukta darlıkta rahatlıkta duaya devam etmektir. Sonunda nimetler dünyada ahirette onların olur…
Allah bir kula nimet verdi de onu tamamladıysa, sonra insanların hacetini o kula ulaştırır. Eğer o da bundan sıkılır, onların hacetlerini görmez, ihtiyaçlarına yardımcı olmazsa; muhakkak o kula verilen nimet zevale uğrar ve ondan çekilir alınır.
Kendilerine nimet verilen kimseler; ihtiyaç sahibinin müracaatını fırsat bilip, hemen onun ihtiyacını görmeye karşılamaya bakmalıdır. Halkın ihtiyacını görmekten memnun olmalı, yapacağı yardımı ganimet bilmelidir.
Bilindiği gibi ölüm bütün tatları keyifleri lezzetleri acılaştırandır. bu bakımdan nimet aranacaksa dikkat edilmeli, dünya ahiret için faydalı nimetler tercih edilmelidir. Mümin kişi dünya ve dünya lezzetlerinden fani geçici olanlarını bilir ve hayatın bu tür nimetlerine kıymet vermez. Onun gözü ebedi olan ve lezzetine doyum olmayan ahiret nimetlerindedir.
Asıl hayat ölümden sonra başlayacaktır. İşte o ebedi hayattır.Yoksa uzun kısa bir ömür içinde sona erecek zevke sefaya hayat mı denir? Bir nimet ki arkası yoktur, ona hiçbir zaman nimet denmez. Nimet odur ki bitmez tükenmez ola… Fani, eğreti, geçici nimetler ile meşgul olup ahiretin ebedi nimetlerinden mahrum kalmak kadar da cahillik olmaz.
Cennet; Cenab-ı Hakk’ın rıza evidir. Orada istenilen ve akla hayale gelmeyen nice nimetler, zevk ve sefa, gönül şenliği ve göz aydınlığı vardır. Gam, keder, hastalık rahatsızlık yoktur ve her şey zahmetsizdir. Orada Hakkın cemali güzellikler üzerine güzellikler temaşa edilir. Herkes daima genç ve dinç kalır. Cennet bulunmaz bir saadet evidir.
Nimetin bedeli ise: “Elhamdülillah” deyip hamdetmektir. Allah bir kula nimet verdi de, kul da bunu üzerine “Elhamdülillah” dedi, hamd etti ise; onun bu hamdi; nimet kadar büyüktür. Allah’a şükür etmeyenler, hamd şükür bilmeyenler; insanlara da teşekkür etmezler, nankörlük ederler. Her kim yemek ve içmekten başka nimet bilmiyorsa onun bilgisi az, aynı zamanda azabı çoktur.
Nankör faydalandığı nimeti iyiliği inkar edendir, verilen nimetlerine karşılık yaradana saygı göstermeyen, Allah’ın takdirine razı olmayandır. Türlü nimetleri yerler içerler ancak üzerlerinde kalın bir gaflet perdesi olduğundan nimetlere şükür etmeleri mümkün değildir.
Nankörlük şükrün zıttıdır, kıtlığın huzursuzluğun simgesidir. Nanköre bereket kapıları kapalıdır. Kim böbürlenir büyüklük taslar nankörlük ederse zararı kendisinedir.Allah ihtiyaçsızdır, ganidir, hiç kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur.
Bir önemli husus da nimetin hayırlı olmasıdır; hangi nimetler seni inancından alıkoyarsa, onlar nimet değil azaptır. Çünkü o nimet seni azaba sevk etmektedir. Yine hangi ihsan, hediye yardım seni maneviyattan uzaklaştırıyorsa, zevke sefaya eğlenceye götürüyorsa, o da ihsan hediye değil belki bir beladır.
Zahmetlere katlanıp, nimetlere ulaşan ancak kesesinde parasını, ambarında zahiresini saklayan, kendi aç kalıp ölen, onları nimet bilip yiyip içmeyen, şükür de etmeyen, kimseye de vermeyen, dünyada rezil olan kimselerin ahirette de sonunun acı olacağı bildirilmektedir.
Resulullah Tebük savaşına giderken müslümanlara bir konuşma yaptı. Konakladıkları yerde, bir yer göstererek: “Salih peygamberin kavmi kendilerine bir deve gönderilmesini istemişlerdi. Mucize olarak da o deve gönderilmişti. Deve işte şu yoldan gelir, geldiği gün onların bütün suyunu içerdi. Onlar da ertesi gün deveden, dün içmiş olduğu su kadar süt sağarlardı. Sonra deve şu yoldan çıkıp giderdide; azgınlar deveyi ayaklarından biçerek kestiler” dedi.
Semud azgın bir millet; nimetin kadrini bilemedi; deve kuyudan şehrin içtiği kadar su içiyor ve ertesi gün o kadar süt sağdırıyor; herkes nasipleniyordu; nedense haset ettiler kıskandılar, deveyi keserek meydan okudular; nankörlük ettilerde; onlara peygamberleri üç gün sonra gelecek azabı bildiriverdi; üç gün sonra bakınıp dururlarken, o kavmi yıldırım çarptı ve geberdi gittiler; semud kavminin helakı yıldırımla oldu.
Dikkat etmemiz gerekiyor. Her nimet sahibinin hasetçileri bulunabileceğinden, hacetlerinizin sizi bulması, hasıl olması için onları saklayınız, nimetleri ifşa etmeyiniz, kimseye söylemeyiniz. Haset edenler, toplum içinde eza veren kimseler, sabırsızlar ve kavgacılar bulunabilir, bunlar hayırsızdırlar. Onların çoğu kendilerinden başka kimseye nimet verilmesini istemezler haset ederler…
Cenabı Hakkın hangi nimetini kim yalanlayabilir; Ancak geçmişte olduğu gibi günümüzde de kalabalıkların çok şeyden haberi yok; kendilerine birçok nimet, imkan verildiği halde; bunların nereden verildiğini, niçin verildiğini bilmeden, nefsine keyfine şeytana uyup; kısacık ömrünü, şurada, burada tüketmektedirler. Onlar; sağlığını, huzurunu, ahlakını fesada veren ve ibadetlerden alıkoyan yerlerde, oyunda eğlencede oyalanarak boş şeylerle vakit kaybederken; şu yıllarca süren ömrünü tamamladığında ecellerinin geleceğinden habersizdirler.
Onlarda hayır olmadığını bilelim de; biz inancımıza iyice sarılalım, sünnetlere uyalım ve örnek olmaya bakalım. Böylece belki az zamanda güzel ahlakımızla onların azını çoğunu dostlar edinelim de; topluma zararlarını önleyip, hep beraber vakitleri dolu dolu hoş latif şekilde imanla itaatla ibadetle geçirelim; hepimizin dünyası ahireti güzel olsun.
Biz burada nimetin kadrini bilmeyenin; nasıl bir çıkmaza sürüklendiğine; nefse şeytana uymakla ne ağır yükler veballer yüklenmek zorunda kalındığına; gönül darlığının aç gözlülüğün ne olduğuna, ruhi sıkıntıların sahibini ne hale getirdiğine ve maneviyata sarılmakla nasıl bir ferahlık bir tatmin bir itminan, ruh beden sağlığı elde edildiğine misal olmak üzere bir”Hidayet olayını” naklediyoruz.
Amerika’ya, özellikle Arap ülkeleri olan Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’dan gelerek çeşitli yerlerine yerleşen Müslümanlar, Ramazan, Kurban Bayramı veya başka özel günlerde özlemlerini gidermek, sıla hasretini dindirmek, aralarında kaynaşmak ve manevi bir atmosfer sağlamak için camilerde veya toplantı salonlarında programlar düzenlerler. Bu programlar için ülkelerinden tanınmış, isim yapmış bilgeleri konuşturmak için davet ederler, toplantıyı çevrelerine duyurarak katılım sağlamaya çalışırlar. Etkinlik sırasında konuşmacıları dinler, sorular sorarlar ve bilgi edinirler. Bu sayede hem gözleri gönülleri açılır, hem rahatlar ferahlanırlar.
Sosyal medyada izlenen alt yazılı bir videoda, Amerika’da, hepsi Arap kökenli katılımcıların doldurmuş olduğu bir salonda, ülkelerinin meşhur alimlerden entarili kefiyeli dört konuşmacının bulunduğu bir toplantıda; konuşmacılardan biri Los Angeles’ta bir camide başından geçen bir olayı şöyle anlatmaktadır. Bu olay, Amerikalı bir milyarderin ibretlik müslüman olma hikayesidir. Konuşmacının söyledikleri şunlar:
“Bir gün Amerika’da, Los Angeles’ta bir camide vaaz veriyordum. Orada bir mümin bir Amerikalı ile birlikte yanıma geldi ve bana, ‘Hocam, bu Amerikalı adam Müslüman olmak istiyor. Sizin konuşmanızdan sonra, kelimeyi şehadet getireyim diye bu camiye geldi. Bekleyelim mi?’ dedi. Ben de “Buyrun, hoşgeldiniz, bekleyin.” dedim. Oturdular. Vaaz bitince Amerikalı adam yanıma geldi, oturdu. Hatırını sordum anlatmaya başladı.
Amerikalı dedi ki,’‘Benim yemek isteyip de yemediğim bir şey kalmadı. Görmek isteyip de görmediğim bir yer yok. Canımın isteyip de yapamadığım bir şey de yok. Ben milyarderim; mallarım, şirketlerim, fabrikalarım var. Ama bu hayattan bıktım. Kendimi sanki boğulacakmış gibi hissediyorum.’ dedi. kendinin mutsuz bedbaht olduğunu söyledi.
Kardeşlerim, bakın bu adamın biz sonra evinede gittik, gördük: “Amerikalının evi muhteşem, gerçekten emsalsiz. Pek çok yerde, görkemli evlere ve şahane villalara misafir oldum ama bu adamın evi gibisini görmedim. Evi deniz kenarına inşa ettirmiş. Bahçesi’nde çok ilginç ve farklı ağaçları var; Fransa, İngiltere ve Avusturya’dan getirilmiş ağaçları gördüm. Evin diğer tarafında öyle bir yer yapmış ki, merdivenlerden inince sanki denizin içine giriyormuş zannını veren akvaryum gibi bir şahane bir yere iniyorsunuz. Yani değişik o kadar güzel bir ev.”
“Biz onun evine soğuk karlı bir kış günü gitmiştik, evden ayrılacağımız da kar tipiye çevirmiş arabamız karla kaplanmıştı; hani ben çiftçi bir ailenin çocuğuyum; “Bu araba nasıl temizlenecek, kim temizleyecek”, diye düşünmeye başlamıştım. Tam o sırada adam orada bir düğmeye bastı ve kısa sürede arabanın üzerindeki karlar temizlendi. Evden çıkarken ayakkabılarımız kar dolmuştu, Ne yapacağız derken, adam bir cihaza uzattı, hemen temizlendiler. Kendi kendime dedim ki, ‘Bu adam vaktiyle hayattan bıktım diyordu, şimdi ise Sübhanallah diyor.” Elhamdülillah…
Gerçekten bu Amerikalı varlıklı bir kişi olarak: Nefsine, bedenine arzu ettiği her şeyi vermiş, ancak kendi özünün bedeninin ihtiyacı yalnız nefsinin istedikleri değil ki… Özünde esas önemli olan ikinci bir unsuru unutmuş, ruhunu hesaba katmamış. Zamanla bu durum bıkkınlığa yol açmış, hadi bakalım onu boğulacak hale getirmiş. Halbuki insan; hem nefsin maddi ihtiyaçlarının hem de ruhunun manevi ihtiyaçlarının birlikte karşılanması ile denge sağlayabilir.
Neyse; Amerikalıya camiye kelimeyi şahadet getirmek için geldiğinde; dedim ki; “Peki seni bugün buraya getiren şey nedir?” Anlattı dedi ki, “Hocam, yanımda çalışan bu mümin vesilesiyle geldim. Bu benimle uzun süredir yakınımda çalışan mutemet bir elemanımdır. Bu sabah onun benim süs havuzumda ayaklarını yıkadığını görünce kızdım sinirlendim. Ona, “Sen de hiç utanma yok mu? Nasıl oluyor da benim yüzümü yıkadığım havuzumda ayaklarını yıkıyorsun?” diye çıkıştım. O da bana, “Ben ayaklarımı günde beş defa yıkarım” dedi. Yani senin yüzünden daha temizdir demeye getirdi galiba, şaşırdım. Neden beş defa yıkadığını sorunca da; “Namaz kılmak için” cevabını verdi. Sormaya devam ettim, “Namaz nedir?” dedim. Bana biraz namazdan bahsetti. “Peki, kimin için namaz kılıyorsun?” diye sorunca, “Allah için kılıyorum” dedi. Bu sefer: “Allah kim?” dedim. Bana makul bilgiler verdi.
Amerikalı anlatıyor, sormaya devam etmiş. Sonra ona dedim ki, “Sen benim güvenilir eleman larımdansın; ben seni uzun süredir göz ucuyla takip ediyorum, hiçbir yerde seni sarhoş görmedim, sen niye içki içmiyorsun” deyince Bana: “Dinim bana içkiyi yasak kıldı, içki içmem” dedi, ben de: “Peki ben seni hiç üzgün, kederli, tasalı da görmedim, ben ise bu kadar zengin olmama rağmen senin yaşadığın mutluluğu yaşayamadım. sence sebebi nedir?” dedim. Bana: “Peygamberimizin bir hadisi var, müminin durumu ilginçtir; onun her işi hayırdır ve bu inananlara mahsustur, sevinç verici bir durumda şükrederler, bu onun için hayır olur; bir zarar gördüğünde sabreder, yine onun için hayır olur.” Biz şükrediyoruz, sabrediyoruz ve her şeyin bizim için hayırlı olduğuna inanıyoruz, bu yüzden gam tasa çekmiyoruz” dedi.
Amerikalı yine sormaya devam ediyor; bu defa ona dedim ki:,”Peki ben senin dinine girsem, senin yaşadığın mutluluğu ben de yaşayabilir miyim?”. Hemen; “Evet, samimiysen mutlu olabilirsin.” dedi. Ben de “Bu konuda samimiyim, ne yapmam gerekiyorsa söyle, yapayım ve senin dinine gireyim” dedim. O da: “Tarif edeyim. önce gusul abdesti alır gelirseniz sizinle camiye gideriz, orada müslüman olursun” dedi. Sonra ben de gusül abdesti aldım ve birlikte müslüman olmak için buraya geldik.
Konuşmacı anlatıyor; “Camiye geldiler oturdular, vaazım bitti, Amerikalıyı çağırdım ve dedim ki, “Ben şehadet getiriyorum, hadi sen de söylediklerimi tekrar et.” Başladım tane tane şehadet getirmeye: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” dedim; şehadeti getirdim. O da ağır ağır, dikkatle, zorlanarak, güzelce söylediklerimi tekrar etti.
Kardeşlerim, yemin ederim ki, bu tür hidayet toplantılarında pek çok bulundum. Kelime-i şehadetin bu kadar samimi söylendiğine şahit olmadım. Biz ne kadar kolayca söyleyip geçiveriyoruz. Oysa bazılarına o kadar ağır geliyor ki…
Adam şehadeti getirince, sanki her bir harfle beraber sırtında bir kaya parçası, bir dağ, bir başka dağ taşıyormuş da onları birer birer düşürüyor gibi zorlanarak tamamladı ve yüksek sesle titreyerek ağlamaya başladı. Çevreden müdahale ettiler, susturmaya çalıştılar. Onlara, ‘Ona dokunmayın, rahat bırakın’ dedim. Bir müddet sonra ağlamasını bitirdi ve kendine geldi. Ben neden ağladığını sordum.
O da ‘Hayır, önce ben size sorayım. Az önce söylediğim şehadette bir sır var. Nedir bu sır ki; ben ne haldeyken bu hale geldim? Şu anda kendimde öyle bir ferahlık hissediyorum ki, hiç böyle bir şeyi daha önce yaşamamıştım. Bunun sırrı nedir?’ dedi. bende, ‘Bu, Allah tarafından gönlünün ve kalbinin İslam ile şereflendirilmesinin bir nimetidir. Biz müminler gerçekten işte bu büyük bir nimet içindeyiz. En şerefli, en temiz nimet, Nimet-i İslam’dır, İslam’ın nimetidir.’ dedim.”
Sübhanallah, İşte böyle Allah’ı inkar ediyorlar ne hale düşüyorlar “boğulacak gibi oluyorum” diyordu: bu konuda ayet var; “Allah’ı inkar edenlere gelince onlar dünya nimetlerinin peşine düşerler de hayvanlar gibi yiyip içerler. Oysa onların varacakları yer ahirette ateştir. (Muhammed 12)”
Gaflet içinde olup inançtan haberi olmayanlar maddi manevi nimetleri, dört başı mamur huzuru neşeyi nereden bilecekler, maneviyatın ibadetin itaatın cihadın şevkini zevkini nasıl tadacaklar. mescidin medresenin abdestin namazın zikrin tesbihin nurundan bereketinden nasıl haberleri olacak.
Ahirette kitabı solundan verilenlere nimetler haram edilmiş. Onların yerleri cehennem de; orada ateş var, ateş simsiyah, ışık yok, kapkaranlık; içecekleri kaynar su, yiyecekleri zakkum. Girenler feryat ediyorlar ağlıyorlar da kendilerine “Sizi kitabınız karşıladı, teraziniz hafif geldi, inkar ettiniz nankörlük yaptınız” İşte burada o yaptıklarınızın azabını çekiyorsunuz denilecek, onlar ne yapsınlar ağlaya ağlaya bir hal oldular. Gögüs geçirmeye, hıçkırmaya devam ediyorlar..
Beşerin rahatı saadeti; sağlam iman ve inançla gerçekleşir. Önünü sonunu düşünüveren kimselerin ruhları huzursuzluk bilmez. İman nimeti ile sükunet bulurlar. Uyanık bir ruha, temiz bir vicdana sahip olanlar; islamın itikadını temizliğini helalini haramını ahlakını iyice bilir anlar beller ve yerine getirmek için çalışır dururlar.
Ahirette müminlere köşkler saraylar, akla hayale gelmeyen ipekli giyecekler. kıymetli takılar bilezikler süsler ziynetler vardır. Evlerinde kıvanç veren nefis döşemeler, muhteşem sofralar ve sabah akşam verilen dünya nimetlerine benzeyen benzemiyen nice yiyecek içecekler bulunur. Cennet hurilerinden kusursuz hizmet sergilenir. Nice güzellikler üzerine güzellikler vardır.
Şimdi bakın İslam ne kadar büyük bir nimet. Elhamdülillah biz bu nimeti bu gün hazır bulduk. Ahlak kitaplarında anlatılır: Asırlar önce devri saadette peygamber efendimiz; çevresinde Onun sohbetinde bulunan yetişenler, durmadan dinlenmeden çalıştılar; Halleri ile dilleri ile her yerde inancı tanıttılar anlattılar; mallarını canlarını gözleri görmedi. Kitabı sünneti ile inancı yaşattılar yaydılar. İşte onlar islam nimetini nesilden nesile saf tertemiz kaynağındaki gibi bize kadar nice gayret ve özveri ile ulaştırdılar.
İslamın doğuşu kökü böyle başladı. Bundan sonrada gelecek nesillere saf temiz bir şekilde eriştirmek günümüz mü’mininin görevi oluyor. Artık mü’minin dikkatli ilkeli olması, üzerindeki nice nimetleri ve üstlendiği sorumluluğu düşünerek kendisine çeki düzen vermesi gerekmektedir. Bir Mü’min olarak bizde hayatımıza ihlası şuuru katalım da dünyayı ahireti yeniden anlamaya çalışalım, oyunu eğlenceyi bırakalım, inancımızın aslını yaşayalım, güler yüzümüz, güzel huyumuz, ahlakımız örnek olsun da inşallah selefi salihin gibi islamı gelecek kuşaklara ulaştıralım.
İbrahim Ethem Hazretleri: “Eğer melikler hükümdarlar ve servet sahipleri beyler paşalar, bizim sahip olduğumuz özellikleri nail bulunduğumuz lezzetleri bilmiş olsalardı; onları elimizden almak için bizimle harp etmeye kalkışırlardı.” der.
Nimetleri bol bol verenin adetidir. Allah nimetleri için bedel fiat “baha istemez” ve sadece; “bahane” ister. Eğer kıtlık yokluk zamanında bir ihtiyaç sahibine ekmek su verdinse, gece kalktın ibadet ettin gözyaşı döktünse, bir yetimin başını şöyle bir okşadınsa, belki eşref saate rastladın dua ettinse; nice nimetlere erişir, dileklerine nail olurverirsin.
Biz yurdumuzda rahatız da: Yeryüzünde nice mümin mümine; yurdundan edilmiş, zulme uğramış; su ekmeğe muhtaç, hastalık sıkıntı içinde, doktor ilaç yok, kardeşlerinin yardımlarını bile zalimler tarafından engelliyor. Biz biliyoruz görüyoruzda, fazla bir şey yapamamanın çaresizliğin üzüntüsünü yaşıyoruz.
Bari; kardeşlerimiz için; güçlü bir yardım, bir şifa, bir iyileşme gerekli ise biz de dua edelim. Gece gündüz saatlerinde; abdest alalım, ellerimizi açalım Allah’tan onlar için ne isteyeceksek isteyelim; O büyüklükte eşi olmayan, her şeyde her hadisede büyüklüğünü gösteren, güçlü ve yenilmez olan, daima galip gelen, mağlup edilmesi mümkün olmayan, istediğini istediği gibi yapan, kuvvet sahipleri üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunandır. işte biz O’ndan istediğimizi de bilelim, himmetimizi yüce tutalım: “Müminlerin hepsi için sağlık afiyet selamet huzur” dileyelim. Duada ısrar edelim, duaya sarılalım, bırakmayalım, durmadan,yılmadan devam edelim.
Ne diyelim; Mevlanın büyük kapısından; bizim gayretimizle, başkalarının gayretiyle, ilahi yardım gelirde bir şekilde maksat hasıl olur diye umuyoruz.
İnşallah hep beraber hayırlı bir neticeye şahit oluruz. Mümin müslüman da izzetine kavuşur.